19 Kasım 2013 Salı

Tapınak Şövalyeleri - Masonlar

                                    



  1125 yılında Kudüs'ün yeni hıristiyan kralı, Hazret-i Süleyman'ın mabedinin bulunduğu yer olarak bilinen Mescid-i Aksa'yı bu örgüte tahsis etti. Bu olaydan sonra örgüt, Tapınak Şövalyeleri adını aldı ve hem dini hem de askeri bir tarikat olarak resmen tanınması için Papalık makamına başvurdu. Bu istek Papalık tarafından 1129 yılında kabul edildi.

Tapınak Şövalyeleri'ni oluşturanlar zamanın aydın asilzadeleriydi. Bu nedenle sadece Kudüs ve civarında değil, güney Fransa ve Paris'te de kısa sürede örgütlendiler. Bunun için gerekli parayı da Avrupa ile Ortadoğu arasındaki ticarete aracı olarak elde ettiler.

Çek ve kredi mektubunu ilk uygulamaya koyanların Tapınak Şövalyeleri olduğu söyleniyor. Bu uygulama sayesinde Ortadoğu'ya mal almaya giden Avrupalı tüccarlar yanlarında para taşımadıkları için korsanlara ya da eşkıyalara karşı kendilerini güvende hissediyorlardı.

Tapınak Şövalyeleri ayrıca bankerlik ve ticarete de el attılar. Öyle ki Fransa kralının resmi bankacısı odular hatta krala borç verme konumuna geldiler. Bu örgütün Ortadoğu'da başarılı olmasının bir nedeni de verdikleri sözde durmaları ve dürüst olmalarıydı.

Bu özellikleri sayesinde Arap tüccarlar arasında itimat sağladılar.
Tapınak Şövalyeleri, Hasan Sabbah'ın Haşhaşiler örgütü ile de temas kurdular. Bu temas sayesinde de bir örgüt olarak nasıl gizli kalacakları ve örgüt üyelerinin birbirlerini tanımak için işaretleşme kodu kullanmaları hakkında fikir sahibi oldular.

Ve kendilerine uyguladılar. Örneğin, el sıkışırken işaret parmağının karşısındakinin bileğine teması Tapınak Şövalyeleri'nden olduğunun parolasıydı.

Kudüs müslümanlar tarafından geri alınınca Tapınak Şövalyeleri merkezlerini Paris'e taşıdılar. Seine nehri kıyılarında, Louvre Sarayı'nın yakınında yüksek bir kale inşa ettiler. Bugün bu kale yok ama burası hala Tapınak Mahallesi diye anılıyor.


Tapınak Şövalyeleri'nin geçici sonları

Bu kale ya da mabed, ticaret ve bankerlik faaliyetleri sayesinde gitgide

zenginleşen örgütün hazinelerinin korunduğu esrarengiz bir yer halini aldı. Çünkü halk, örgütün Hazret-i Süleyman'ın hazinelerinden daha zengin olduğuna inanıyordu. Bu söylenti sadece halkın değil, İngiltere ile savaştan yeni çıkan ve bu örgütten aldığı borcun faizini ödeyemeyen Fransa'nın üst düzey yetkililerinin hırslarını kamçılıyordu.

Bu durum, hazine ve adalet bakanlarını, Fransa'nın çaresiz kralı Filip'i, Mabed'in efsanevi hazinesine elkonulması için ikna etmeye yönlendirdi.

Ancak Filip'e, Papalık makamının onayladığı ve hıristiyanlığa büyük
hizmetleri olan bu dini-askeri tarikatın mal varlığına el koymak hiç de kolay gibi görünmüyordu. Üstelik 1306 yılında yaptığı devalüasyonda ayaklanan halkın öfkesinden kurtulmak için uzun süre Mabed'e sığındığını da unutamıyordu.

Fakat bakanlar, stratejiyi belirlemişti; önce bu tarikat hakkında bir iftira uydurulacak ve Papa, tarikatı kapatmaya mecbur bırakılacaktı. Daha sonra da Papa ile anlaşma yapılabilirdi. Papa'nın bu komploya karşı isteği ise, Fransa'nın, şövalyelere atılacak iftiranın Vatikan tarafından resmileşmesi için destek vermesi olabilirdi.

Kral, bakanlarının ısrarına dayanamadı ve13 Ekim 1307'de bütün şövalyeler tutuklandı. Suçları; dinden çıkmak, İsa'ya hakaret etmek, rezil ayinler düzenlemek, homoseksüel olmak ve Baphomet adını verdikleri bir puta tapmaktı.

Bu ağır suçlamalar karşısında Papa'ya da tarikatı kapatmaktan başka seçenek kalmıyordu.

Maalesef Fransa kıralı Filip bu operasyondan umduğunu bulamadı; Fransa'yı kalkındıracağını ümit ettiği hazineye erişemedi. Çünkü, yine halk arasında oluşan efsaneye göre, mabedin üstad-ı azamı, saraydaki ajanı sayesinde bu operasyonu haber almış ve tarikatın dillere destan hazinesini gizlice başka bir yere götürmüştü.

Bugün bile bulunsa Fransa'yı dünyanın en zengin devleti haline getireceğine inanılan bu tarikatın hazinesinin araştırılması için her yıl örtülü ödenekten bir miktar paranın ayrıldığı, bir zamanlar Fransa'da dedikodu konusu edilmiş.

Papa V. Clement operasyondan bir ay kadar sonra (22 Kasım 1307) hıristiyan aleminin bütün prenslerine, yönetimleri altındaki topraklarda bulunan tüm Tapınak Şövalyeleri'nin tutuklanmasını emreden bir tebliğ yayınladı.

Tutuklanan şövalyelerin büyük bir kısmı yapılan her türlü işkenceye rağmen suçlamaları kabul etmeyerek öldüler. Bir kısmı da işkenceye
dayanamadıklarından ve sonlarını çabuklaştırmak için suçlamaları kabul ederek idam edildiler.

Papa V. Clement, 2 Mayıs 1312'de Tapınak Şövalyeleri Tarikatı'nın kapatılmış olduğunu resmen ilan etti. Ancak kapatılma kararında suçlamaların hiçbiri yer almıyor sadece "kilisenin hayrına olduğu" belirtiliyordu. Tebliğde dikkat çeken bir başka karar da, şövalyelerin bütün mallarının, Kudüs'ten beri bu tarikatın rakibi olan Hospitalier (Misafirperver Şövalyeler) Tarikatı'na devredilmesiydi. Bu da Filip için ikinci bir darbe oldu.

Tapınak Şövalyeleri'nin üstad-ı azamı ile üç yardımcısı ise yedi yıl sonra, 18 Mart 1314'te son kez mahkemeye çıkarıldılar. Karar, ömür boyu hapis oldu ancak suçlamaları reddedip karara itiraz ettikleri için üstad-ı azamı ile üç yardımcısı yakılarak idam edildiler.



Tapınak Şövalyeleri'nin yeniden dirilişi

Fransa Krallığı'nın zulmünden İngiltere ve Orta Avrupa'ya kaçanlarla daha sonra bunlara katılanlar "Serbest Masonlar" adı altında tarih sahnesine tekrar çıktılar. Son üstadlarının talimatıyla, inşa edilmekte olan kilise ve katedrallere başvurarak hiçbir loncaya bağlı bulunmayan duvarcı olduklarını beyan edip işe girdiler.

Fransızca'da duvarcı, "maçon" (mason diye okunuyor); bir yere bağlı olmayan, hür, serbest ise "franc" (fran diye okunuyor) demek. Franc-maçon da serbest masonlar anlamına geliyor.
Serbest Masonlar'ın Fransa Krallığı'ndan intikam almak için Avrupa genelinde örgütlenmeleri zaman aldı.

17. yüzyıldan itibaren toplumun, sivil ve askeri idarelerin köprü başlarını tutmaya, saraylarda önemli mevkiler elde etmeye, kıralların harimine kadar sızmaya başladılar. Fransa'yı artık başka bir hanedan yönettiği halde, ataları olan Tapınak Şövalyeleri'nin intikamını almaya kararlıydılar.

İntikam sadece hanedanlardan değil, Kilise'den de alınacaktı. İşte nesilden nesile geçen, yeminle korunmuş olan amaçları budur.
Duvarcı Masonlar'ın sayıları 16. yüzyıldan sonra azalmaya başlar. Bunun bir nedeni duvarcıların, Tapınak Şövalyeleri'nin bekar kalmak için yemin etmiş dindar üyeleri olmalarıdır. Diğer nedeni de katedrallerin ve büyük kiliselerin inşaatlarının azalmasıdır.

Çare olarak, bizzat duvarcı olmamakla birlikte Tapınak Şövalyeleri'nden miras kalan idealleri benimseyenler de "duvarcı olarak" "Kabul Edilmiş Masonlar" unvanıyla bu hınç ve intikam kervanına kabul edildiler.

Serbest ve Kabul Edilmiş Masonlar ilk toplantılarını 1717'de İskoçya'da yaptılar.

Amaçları başta Fransa hanedanı olmak üzere bütün hanedanların egemenliklerine son vermek ve kilisenin gücünü kırmaktır. Avrupa'nın her yerinde özellikle de Fransa'da pek çok Mason locası büyük bir gizlilik içinde faaliyete geçer.

Osmanlı İmparatorluğu da bu uygulamalardan nasibini alır. İlk mason locası 1767'de İstanbul'un Galata semtinde açılır. Masonların gücünü ve stratejisini iyi değerlendiren İngiltere, Hollanda, Prusya ve Rusya kıralları mason localarının kendi ülkelerinde kurulmasını destekleyip kendileri dahi mason olarak tehlikeyi geçiştirirler.

Tapınak Şövalyeleri'nin gecikmiş intikamı

Serbest ve Kabul Edilmiş Masonlar, Tapınak Şövalyeleri'nin varisi olarak Fransa Krallığı'ndan ve Kilise'den intikam almak için 65 yıl Fransız İhtilali'nin altyapısını hazırlarlar. Özellikle Paris'te pek çok yeni loca açılır. Yazar, filozof, bilim adamlarından vara-yoğa itiraz eden, inatçı ve saldırgan tipler özenle seçilerek mason yapılır.

14 Temmuz 1789 günü patlak veren ihtilal 10 yıl sürer. Kıral ve kıraliçe idam edilir. Kilisenin mallarına el konulur.

"Hıristiyanlıktan Arındırma Yasası" kabul edilir. Bundan böyle devlet artık laik olur. Takvim ve yılbaşı, hıristiyan kökenli oldukları gerekçesiyle değiştirilir. "Akıla tapınma" devletin resmi dini olur. Hatta "Tanrıça Akıl" adına Paris'te resmi ve görkemli ayinler bile düzenlenir.

Masonlar, hanedandan ve kiliseden intikamlarını almışlardı; peki, bundan sonra neyle meşgul olacaklardı?
İlk Serbest Masonlar duvar örmedeki becerilerine göre çırak, kalfa, usta şeklinde üçlü derecelendirmeye tabiydiler. Ancak duvarcılığın yapılamaması ve masonların sayısını arttırmak için duvarcı olmayanların da localara kabul edilmesi, mason idarecileri farklı ve esrarengiz stratejilere yöneltti.

Masonik dereceler 3'ten 33'e yükseltildi ve 4. ila 33. derecelere felsefi derece denildi. Yani, bundan böyle ilk üç dereceye giren Mavi Localar masonların avamına, diğer dereceleri içeren Kırmızı Localar masonların havassına ve 33. dereceden ancak bazı masonların girebildikleri Kara Loca da masonların hassülhavassına (yani kaymağın kaymağına) hitap edecektir.

Ama bu kast sistemi, eşitlik ve demokrasiyi savunan masonluğun dejenere olmasının da bir göstergesidir.

Artık masonların değişmez idealleri de kalıplaşmıştır.

1) Masonluğun otoritesi hariç olmak üzere bütün şahsi otoritelere karşı savaş ve bunun doğal sonucu olarak da cumhuriyetçi idare sisteminin (masonların denetiminde kalması şartıyla) her ülkede hükümran olması,

2) Masonluğun oluşturduğu din hariç olmak üzere dini her otoriteye karşı savaş,

3) Büyük Fransız İhtilali'nden her yerde, özellikle de eğitimin her kademesinde hayranlıkla sözedilmesi,

4) Her konunun laiklik, akılcılık ve eşitlik ilkeleri içine alınmasının temini.
Tapınak Şövalyeleri tarikatı da, onun varisi olan Serbest ve Kabul Edilmiş Masonlar tarikatı da musevi-hıristiyan medeniyetinin bir ürünüydü ve geçmişlerine, tarihlerine yönelik efsaneler de doğal olarak bu medeniyetten doğdu.

Örneğin masonluğun kökenini gizlemeye yönelik meşhur Hiram Usta Efsanesi gibi pekçok efsane Tevrat, Talmud, Kabala kökenli musevi unsurlar olarak masonluğa girdi. Ancak bunlara bakıp da masonluğun, yahudiliğin bir uydurması olduğunu söylemek hiç de isabetli değildir. Çünkü bazı localar eski Yunan ve Mısır düşüncesinden alıntılar yapabiliyordu.

Başlangıçta yani masonluk henüz üç derecelikken dini ritüellerin varlığından sözetmek mümkündü.

Ancak 33. dereceden masonun hiçbir dini inancı olmayan, ama hangi itikat olursa olsun o itikadın samimi taraftarıymış gibi görünmesini beceren bir insan portresi çizmesi gerekmekteydi.

Gerçi Avrupa'da hürriyet ve hayat hakları sınırlandırılmış, aşağılanmış olan musevi cemaatlerinin, masonlar tarafından Fransız İhtilali'nin sloganı haline getirilen Bağımsızlık-Eşitlik-Kardeşlik sloganı karşısında ümide kapılmamaları imkansızdı.

19. yüzyılın başlarından itibaren her ülkede musevi cemaatinin ileri gelenleri Mason Locaları'na üye oldular. 

 Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın.. Youtube Kanalım  >>> Eyüp Ertaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder