Bankada hesabınız var mı?
Peki hesabınızda paranız var mı?
Kredi kartınız var mı?
Kredi kartına borcunuz var mı, faiz işliyor mu?
Kredi kartınız yok mu?
Bu soruların birine evet dediniz mi?
“Altın bu aralar çok çıktı”, “dolar/avro çok çıktı” yada “borsa çok
düşmüş” gibi bir konuşmada bulundunuz mu yada bunu size söyleyen birisi
oldu mu?
Yıllık izninizde tatile gitmek ister misiniz, bunun için ayırabileceğini
z paranız var mı?
Bankadan kredi kullandınız mı?
Çay içerken şeker kullanıyor musunuz?
Çikolata yer misiniz?
Kaç adet gömleğiniz ve tişörtünüz var?
Bu yazıda kurumlarıyla, yalanlarıyla, açıklanmayan ve gösterilmeyenleriyle,
dünyada ve ülkemizde var olan, savaşlar başlatan, insanlar öldüren
“ekonomik sistemi” anlatacağım. Bu öyle sıradan bir ekonomik sistem
değil. Pek fazla iktisat kitaplarında yada internette bulabileceğiniz şeyler değil.
Lütfen ikinci yazının sonunda dönüp, üst paragraftaki soruları
kendinize yeniden sorun! (Bu konuları anlatmak, haliyle yazının biraz
uzun olmasına yol açtı, yazıyı iki parça halinde yayınlıyorum. Bir dizi
başında 2 saat oturabilen toplumun, yazıyı okuyup gerçekleri göreceğini
düşünüyorum!)
Yıl 1944. İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa
yıkılmıştır. Her anlamda yıkılmıştır. Milyonlarca insan ölmüş, beşeriyet
yıkılmıştır. Şehirler bombalanmış, kentler kasabalar yıkılmıştır. Savaş
ekonomisi yüzünden, elde bir şey kalmaması yüzünden ülkelerin
maliyeleri, bütçeleri yıkılmıştır.
ABD, her ne kadar bu ikinci
dünya savaşının içinde yer almış olsa da, topraklarında ciddi bir
saldırı görmemiştir. Savaş nedeniyle Avrupadaki gibi bir sıkıntı
yaşamamıştır. Aksine yükseliş yaşamıştır, birikim yaşamıştır.
Rockefeller gibi Hitler'e silah satan silah tüccarları, yada diğerleri
gibi Avrupa'nın diğer ülkelerine silah satan tüccarlar, yada gıda vb.
ihtiyaçları satan dönemin tüccarları sermaye birikimi yaşamıştır. Avrupa
yıkılırken, ABD yükselmiştir.
Faiz paranın fiyatıdır, elde boş duran para fiyatlanamamakta, para ile para kazanılamamaktadır.
İşte ABD'de biriken bu paranın “kiralanması”, borç olarak, kredi
olarak, çeşitli isimlerle ihtiyaç sahiplerine kiralanması gerekmektedir!
1944 yılında ABD'nin Bretton Woods kasabasında, tarihe “Bretton Woods
Sistemi” olarak geçecek kararların alındığı, Bretton Woods antlaşmasının
imzalandığı, dönemin üst düzey temsilcilerinin
katıldığı toplantı yapılır. Toplantıya İngiltere adına “Makro
ekonominin kurucusu”, “maliye ve ekonomi politikası alt bilim dallarının
kurucusu” Prof. Keynes, ABD adına da Harry Dexter White katılmıştır.
Üst düzey, yetkin isimlerin katılımı mevcuttur.
Bu büyük
toplantı sonucunda bazı kararlar çıkar. Bu kararlar, dünya ekonomisini
bugüne kadar, bugün dahi yoğun biçimde etkilemiştir. IMF ve Dünya
Bankası'nın kurulması kararı çıkmıştır.
IMF'nin açıklanan
amacı, o dönem için, 2. Dünya Savaşı nedeniyle batağa sürüklenmiş
ülkelerin bütçelerine kısa vadeli krediler vererek, bütçe açıklarını
düşürmek, yapısal reformlar için gerekli sermayeyi oluşturmak, yani kısa
vadeli finansal ve teknik destek sağlamaktır.
O gün bugündür
IMF, ülkelere kısa vadeli borçlar verir, “teknik destek” adı altında
ülkeleri bağımlı ve batak konuma sürükler. Önce parayı verir, sonra
parayı veren düdüğü çalar diyerek perde arkasında yönetimleri ele
geçirir.
Dünya Bankası'nın (DB) o dönem açıklanan kuruluş amacı
ise, yıkılan şehirlerin tekrar kurulması için, Avrupa'nın yeniden ayağa
kalkması için, yeniden yapılanma ve kalkınma için, genellikle altyapı
projelerine uzun vadeli krediler vermektir.
Günümüzde de Dünya
Bankası, altyapı projeleri için ülkelere uzun vadeli krediler
vermektedir. IMF ile paralel biçimde hareket eder, önce parayı verir,
sonra da borçlu ülke yönetimlerine “Bak bize bu kadar borcun var, BM'de
şu yönde oy kullan, şu ülkeye işgalimizde yardım et” gibi telkinlerle
düdüğü çalar.
IMF ve DB'nin genel merkezleri ABD'nin başkenti Vaşington'dadır.
IMF ve DB'nin en büyük finansörleri olarak da, bugünün Sistem
patronlarından meşhur Yahudi Rockefeller ailesini (ABD) ve Yahudi
Rothschild ailesini (ABD) görüyoruz.
(Sistem: Dünyayı yöneten
derin güç. Yani, CFR, Bilderberg, Trilateral ve bunların altında yer
alan irili ufaklı örgütler ve bunların yöneticisi olan her milletten
gelen ancak milliyet farklılığına önem vermeyen, adeta paraya tapan,
İbrani asıllı yapı, şeytanın kralları).
Kuruluşların
patronları da sermayedarları kadar vahşidir. DB'nin bir önceki Başkanı,
Paul Wofowitz'di. Paul Wolfowitz, Başkan 2. George Bush döneminin
Savunma Bakan Yardımcısıydı (Donald Rumsfeld'in yardımcısı) ve ABD'nin
Irak işgali planının öncülerindendi. Bu görevden sonra Dünya Bankası Başkanı oldu. IMF ve Dünya Bankası, böyle bir sistemdir.
Benjamin Franklin İşgale Devam Ediyor
Meşhur Bretton Woods toplantısına geri dönelim. O toplantıda alınan
kararlardan biri de, ABD dolarının (USD) altına endekslendiği/sabitlendiği (35 dolar = 1 ons altın) ve her 1 ABD dolarının altın karşılığı basılacağı açıklamasıydı.
Yani bir kimsenin/ülkenin
elinde kaç dolar varsa, bunun karşılığı altın ABD'de olacaktı, kişi
ABD'ye dolar verip karşılığında altın alabilecekti. Yani dolar sabit kur
sistemine geçecekti.
Bu kararla birlikte, Amerikan doları
dünya parası haline geldi, Merkez Bankalarınca altın yerine Amerikan
doları depolanmaya başladı, dolar rezerv para oldu. Yani küresel işgalin
finansal ayağı o gün başladı.
Para gücü getirir, bu toplantıyla ABD parası dünyaca kabul edilmiştir, aslında ABD'nin üstünlüğü ve gücü kabul edilmiştir.
Tüm dünya Merkez Bankaları, tabiri caizse deli gibi dolar stoklamaya
başladılar. Ülke vatandaşları, ülke milli paralarının yanında (kimi
zaman artık yerine) dolar da tutmaya, kullanmaya başladılar
(dolarizasyon). (Bugün dahi Türkiye'de bireysel döviz hesaplarında 100 milyar dolar vardır)
ABD bastıkça dünya bu parayı almaya başladı. ABD, üretmeden “para
kazanmanın”, güçlenmenin yolunu bulmuştu. ABD ekonomisi güçleniyor,
küresel bankerler paralarına para katıyordu. Ülkeler üretiyor, ABD
matbaadan para basıyor, hiçbir emek harcamadan bu parayla üretimi satın
alıyordu.
ABD 5 cent maliyetle 100 dolar üretiyordu (senyoraj).
Sonra bu basılan paralar, bu ülkelere çeşitli yollarla, IMF ve DB ile
borç olarak yüksek faizler karşılığı verilmeye başlıyordu. Aslında
ekonomiler batağa doğru giden bir kısır döngüye girmişti.
İşte bu süreçte, Fransız Cumhurbaşkanı De Gaulle ile Alman Başbakan
Adenauer, ABD'nin altın karşılığında dolar basmadığını, karşılıksız
dolar bastığını fark ettiler, bir plan yaparak başbaşa verdiler.
Piyasadan dolar çekmeye ve bu dolarları götürüp ABD'ye “Al doları, ver
altını” demeye karar verdiler. ABD, bu dolarlar karşısında altın
veremeyince, altın karşılığı dolar sisteminin aslında yalan olduklarını
ispatlayacaklardı.
Dünya'nın en büyük altın üreticisi Rusya'yı da, “al doları, ver altını”
talebinden sonra ABD'ye altın satmaması için bilgilendirdiler.
Çünkü ABD bastığı dolarlarının karşılığında elinde altınının olması
gerekiyordu, ABD yalanını gölgelemek için derhal altın bulma yoluna
gidememeliydi.
Uzatmayalım, ABD bu planı fark etti, '68
hareketini, '68 gençliğini çıkarttı. Bir şekilde bu olaylar, De Gaulle'ü
koltuğundan etti. 68 gençliği ve ideolojisi, ABD'nin istediği sistemi
daha rahat sürdürmesini sağlıyordu aslında. Bu ayrı bir konu,
girmeyelim.
Ancak daha sonra, 1971 yılında, bütçe açığı
verilmesi ve ekonomik sorunların çıkması nedeniyle ABD, Bretton Woods
antlaşmasından çekildiğini, doların altına dönüştürülebilirliğini kaldırdığını açıkladı. Yani, ülkelerin elindeki dolarlar artık yalnızca bir kağıt parçası olmuştu!
Değerini kaybetmiş bir dolar karşısında, altın hızla yükselmeye
başladı. Bakın bu durum günümüzde yaşanan, ABD dolarının ve Euro'nın
itibar kaybetmesi ve (spekülatif hareketleri bir nebze görmezden
gelirsek) altının hızla değer kazanması durumunun ilk örneğidir. Bugün
tarih tekerrür etmektedir.
1971 dolar krizinin akabinde,
altında yükseliş başlar, OPEC kurulur, petrol krizi baş gösterir ve Yom
Kippur Savaşı ile küresel ekonomik kaos derinleşir. Küresel sistemde
paranın rotası değişmektedir, paranın geliş ve gidiş yolları tıkanmaya
başlamıştır.
Şeytan Serbestleşiyor
1944 yılında IMF ve Dünya Bankası'nın kurulması kararlaştırıldı dedik ve 1944-1974 arası süreci bu iki kurum ve altın-dolar sistemi kapsamında anlatmaya çalıştık.
IMF, 1947 yılında fiilen çalışmaya başlar. Dünya Bankası, 1947 yılında
Birleşmiş Milletler'in özerk uzman kuruluşu olacak statüye alınır.
1948 yılında da, Dünya Ticaret Örgütü'nün kökleri salınır, Gümrük
Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması (General Agreement on Tariffs and
Trade) kısa adıyla GATT kurulur. Dünya ticaretinin, günümüz küresel
ticaretinin ilk adımları artık atılmıştır.
GATT, ticaret serbestisi için, Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) büyümesi ve hakimiyetlerini
kurmaları için, gümrük tarifelerinde indirime gitmeyi, ithalat
vergilerini azaltmayı, uluslararası ticaretin önündeki engelleri
kaldırmayı ve ticarette ayrımcı uygulamaları ve bürokrasiyi kaldırmayı
amaçlar.
Piyasalaştırılmış
toplumlar için, üretmeden tüketen toplumlar için, tasarrufu unutup
sınırsız tüketen toplumlar için, borçlanarak tüketen toplumlar için,
yıkıcı etki yaratan bir antlaşmadır. Daha doğrusu bu antlaşmalar ve bu
gelişmeler ile toplumlar bu saydığım biçimde şekillenmeye başlamıştır.
Öncesinde bir kişi üç gömlek ile ihtiyacını karşılayabiliyor
ve mutlu oluyorsa, artık on üç gömlek giyecek ve bu ona yine de
yetmeyecektir. Toplumlara sürekli olarak “tüket, umarsızca tüket”
propagandası yapılmıştır. Ticaret serbestleşmiş, ithalat kolaylaşmış ve
ucuzlamıştır.
Bugün krize doğru giden Türkiye'nin en
büyük sorunu “büyük cari açık”, “büyük dış ticaret açığı” ve “tasarruf
yerine bireysel kredilerin/borçların
artarak çoğalmasıdır”. İthalata dayalı bir tüketim toplumu olmamızdır.
Bunun temellerini, tarihi başlangıcını görüyoruz.
1961 yılında
OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) kurulur. Kuruluş döneminde
amacı üye ülkelerin ve Avrupa'nın Amerikan Marshall planı çerçevesinde
kalkınmasıdır!
Daha sonra OECD'ye daha “kutsal bir vazife yüklenmiştir”: Finansal istikrarın sağlanması, Ekonomik genişleme politikalarının uyandırılması (ülkelerin borçlanmasının normal karşılanması ve borç yükünün artırılması gerektiğinin “kibarca” ifadesidir.
Bugün Yunanistan'ı, İspanya'yı, Portekiz'i, İtalya'yı, İrlanda'yı,
İzlanda'yı görüyoruz, borç yükü yüzünden kıvranıyorlar, Türkiye de bu
kapsama önümüzdeki 10 yıl içinde girebilir), Dünya ticaretinin
geliştirilmesi, Demokrasi-insan hakları ve yurttaş özgürlüğüdür. OECD'nin genel merkezi Fransa'nın başkenti Paris'tdir.
Ardından 1980'lerle birlikte Hizmet Ticareti Genel Antlaşması (General
Agreement on Trade in Services) yani kısa adıyla GATS yürürlüğe girer.
Ticaretle birlikte hizmetin de serbestliği gelir. Yani, bir kişi bir
başka ülkede kamusal hizmet sektöründe (şartları sağlayabiliyorsa) çalışabilecektir, bunun önündeki engeller kaldırılacaktır.
Böylece işsizlik sorunu çeken ülkeler, görece işsizlik sorunu çekmeyen
ülkelere doğru yönelecek ve aslında işsizlik sorunu çekmeyen ülkenin
yapısı sömürülecektir.
BASEL ve Şeytanın Küresel İşgali
1971 yılında ABD dolarının ve avrupa paralarının dalgalı kur sistemine
geçişi ve 1974 yılında yaşanan petrol krizi sonucunda, uluslararası
bankacılık piyasalarında büyük dalgalanmalar yaşanmıştır dedik. İşte bu
sorunlara çözüm bulmak amacıyla, 1974 yılında İsviçre'nin Basel
kentinde, Bankacılık Düzenleme ve Denetim Uygulaması Komitesi kuruldu.
1988 yılında da bu komite tarafından BASEL-1 uzlaşısı yani Sermaye
Yeterlilik Uzlaşısı yayınlandı.
Bu uzlaşıyla, küresel
bankerlerin (banka-finans şirketi sahiplerinin) istediği sistem,
uzlaşıya katılan tüm ülkeler tarafından “kural” olarak kabul
edilecektir. Yani, istenilen kriterlerin, “bilginin” tüm dünyaya “en
iyi” olarak sunulup kabul etttirilmesidir. Uluslararası ekonomist ve stratejist Mete Akıncı'nın ifadesiyle BASEL-1 ile “bilginin serbest dolaşımı” sağlanmıştır.
Yıllar geçer, BASEL-1 yetersiz görülür, günün ihtiyaçlarını karşılamaz, BASEL-1 ile istenilen bilgi/sistem
dünya genelinde oturtulmuştur. 2004 yılında BASEL-2 devreye sokulur.
Yeni teknik kriterler getirir. Sermaye yeterlilik rasyosu formülü
değişir. BASEL-2'yi sn. Mete Akıncı “sermayenin serbest dolaşımı” olarak
adlandırmaktadır.
GATT, ticaretin serbestleşmesiydi.
Şimdi ticaretle ilişkili paranın yani sermayenin serbest dolaşımı da,
ticaretin bankacılık ayağı da BASEL-2 ile sağlanmaktadır.
Dünya bankacılık sistemini ve bunun araçlarını, örneğin “çek”i dünyada
ilk olarak Tapınak Şövalyeleri bulmuştur, kurmuştur. İslamiyetin ve
hatta Katolik Hıristiyanlığın “haram” olarak nitelediği faiz ve kredi sistemi protestanlar, evangelist protestanlar ve Yahudiler “helal” olarak görürler.
BASEL'ler ile aslında, bu “haram” bankacılık sistemin değiştirilmesinin,
dünyada (belki) yeni bir bankacılık sisteminin keşfinin önüne
geçilmiştir (bu asla bir aldatmaca olan “faizsiz bankacılık” sistemi
demek değildir).
Bireyler için banka ile çalışmak artık
elzemdir. Kredi kartları, “enflasyona karşı kalkan konumunda olan
mevduat” ve A tipi B tipi fonlar, maaşların banka hesaplarına yatmak
zorunda olması, bankaların hesap işletim ücreti olarak senelik 70-80 TL
para kesmeleri...
Banka, tasarruf mevduatı sahibine 1
birim faiz öderken, bu parayı 5 birim karşılığı kredi adı altında
tefecilik mantığıyla kiralamaktadır ve bugün milyarlarca (eski parayla
da söyleyelim, rakamın ciddiyeti anlaşılsın, katrilyonlarca) dolarlık kârlar elde edilmektedir.
Bu BASEL sistemleriyle bir banka, örneğin 3 milyar dolar senelik net
kâr sağlarken, ertesi sene senelik net kârı 2 milyar dolara düştüyse,
hemen uluslararası kriterleri sağlayabilmek için, kârını yine
yükseltebilmek için, binlerce kişiyi işten çıkarabilmektedir.
Halbuki 2 milyar dolar yada 1 milyar dolar bile, o bankanın sahibinin
777 sülalesinin 77 senelik hayatını idame ettirmesi için yeterli bir
düzeydir. Bankanın, varlığını devam ettirebilmesi için de yeterlidir.
Ancak BASEL'lerle, bu gibi düzenlemelerle “Paraya Tapanlar Topluluğunun”
yöntemleriyle, insan değil para odaklı bir küresel finans sistemi
oluşturulmuştur. Kredi borcunu ödeyemeyen binlerce insan intihar etse de.
Ve Tapınakçılar Dünya Ticaret Örgütü'nü Kurar...
Devam edelim. Bu BASEL-1, BASEL-2, GATT ve GATS antlaşmaları ile
temelleri atılan Sistem'in para ayağı 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü
(DTÖ) adıyla kurulmuştur. Bu öyle kapsayıcı ve kapsadığı alanda kişileri
(gerçek ve tüzel) öyle mahkum edici bir yapıdır ki, DTÖ'nün dışında
kalmak, dünyanın dışında kalmak anlamına gelmiştir. Çin bile bu yapının
dışında kalamamıştır, 2001 yılında DTÖ'ne üye olmuştur.
Aslında
bu tarihten sonra Çin'in küresel sisteme entegre ancak Sistem'e karşı
büyümesi de başlamıştır. Rusya, DTÖ'ne girmek istemektedir, henüz üye
değildir. DTÖ'nün genel merkezi İsviçre'nin Cenevre kentindedir.
GATT'ı BASEL-2 tamamlamaktadır demiştik. GATS, hizmetin ancak daha çok kamu hizmetlerinin taşeronlaşmasını, sözleşmeli memur sisteminin yerleşmesini ve bunun yabancılara açılmasını öngören bir antlaşmaydı.
Bunun bankacılık ayağı da BASEL-3 ile gerçekleşecektir,
BASEL-3 uzlaşısı devreye girmesi için hazırlıklara başlanmıştır, 2015
yılında resmen yürürlüğe girecektir. Mete Akıncı, BASEL-3'ü “bankacılık
hizmetinin serbest dolaşımı“ olarak adlandırmaktadır.
Sizin Ziraat Bankanız 1500 personel alırken, Vakıfbankınız 600-1000
personel almışken, İş Bankanız ve diğer özel sektör bankalarınız fiilen
büyürlerken, eleman alırlarken, aksine Citibank, HSBC gibi küresel
bankalar Avrupa ve ABD'de binlerce çalışanının işine son veriyor. Bir
ülke bankacılık sektöründe işe alım varken, Avrupa ve ABD bankalarında
ise işten çıkarma var.
Sistem her açıdan sömürüyü
hedefler. BASEL-3 ile, yabancıların Türkiye'de banka çalışanı
olabilmesinin yolu açılıyor. Avrupa-Amerika'da
bankalar işe alım yapıp, Türkiye'de işten çıkarmalar olsaydı, BASEL-3
dile getirilmezdi, bekletilirdi. Ta ki bugünkü gibi bir yapı ortaya
çıkana kadar!
Piramidin Gözü Üstümüzde
Bretton
Woods, doların rezerv para yapılması, sabit kur ve dalgalı kur, döviz ve
altın piyasası ilişkisi, IMF, Dünya Bankası, GATT ve GATS antlaşmaları,
BASEL-1,2,3 uzlaşıları, Dünya Ticaret Örgütü, OECD'nin yapısından ve
1944'ten bugüne küresel finansal ve ekonomik süreçten bahsetmeye
çalıştım.
Dünyanın ekonomi politikalarını (maliye politikası ve
para politikası kapsamında) tek tipleştirmeye çalışan, düzenleyen,
yöneten, kontrol eden, yıkan ve yeniden inşa eden, sermayenin belirli
ellerde toplanmasını sağlayan, dünya insanlarını belli kalıplar içine
hapseden sistemdir bu, neo liberal ekonomi deniyor, vahşi kapitalizm
deniyor. İdeolojilere göre, bu sistemin adı da değişiyor.
Asgari ücreti, çalışanın ve emeklinin sosyal haklarını, sendikalaşmayı ve sendikasızlaşmayı
düzenleyen, yoksulluk ve yoksunluğu dünya insanlarının kaderi haline
getiren ancak dünyamızın şuan temelinde yer alan sistemin kurumlarıdır
bunlar. BM ve onun alt birimlerine yazımda girmedim.
O da başlı başına bir konudur.
Küresel soygunu düzenleyen birimdir. İşgalleri meşrulaştıran ve toplumların ve “saf” devlet yöneticilerinin
gazını alan mekanizmadır. Bugün Somali açlıktan kırılırken, bu küresel
sistemin kaymağını yiyen tabakada, tabaka tabaka yağlar oluşmuş,
obeziteden kırılıyorsa, sebep bu sistemdir.
Bugün dünyada
işgaller ve sözde devrimler yoluyla yeni bir paylaşım savaşı var,
işgaller var, saldırılar var, savaşlar başlıyor, başladı. ABD, birkaç ay
içinde Suriye'ye girecek gibi görünüyor. Askeri savaş varsa, aynı anda
aslında bunun temelinde ekonomik savaşlar da var demektir.
1. Dünya Savaşı, benmerkezci bakış açısıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nun kaynaklarının paylaşılması mücadelesiydi. İnsanları öldürüp, ülkeleri bölüp, ekonomik varlıklara el koyma mücadelesiydi.
2. Dünya Savaşı, büyüyen silah sanayinin ve gözü dönen devletlerin
dünya varlıklarını işgali, Avrupa'nın kendi içindeki ekonomik savaşıydı,
sermayenin yeniden şekillenmesiydi, el değişimiydi.
Bugün 3. Dünya Savaşı'nın yaşandığını görebiliyoruz, içindeyiz. Dalga
dalga geliyor savaşlar, işgaller. Varlıkların paylaşılması, ele
geçirilmesi söz konusu.
Ülkeler Sistem'e bağlanıyor, toplumlar amaçsız piyasa toplumlarına dönüştürülüyor.
Tek tişörtle üç televizyon kanalıyla çayı şekersiz içerek mutlu olan
insanlara, dönüşümle ardından 30 tişört 30 televizyon kanalı yetmez
oluyor (aptal kutusunun askerleri, orduları olduk). Çaydaki şeker, ikiye
üçe çıkıyor. Çikolataların, glikozun, fruktozun sonu gelmiyor.
İnsan vücudundaki kanser hücreleri bu tip “yapay” şekerlerle
besleniyor, insanlar değil toplumlar, yüzbinler kanser hastası oluyor,
şeker hastası oluyor, ilaç şirketleri kanserli hasta başına yüzbinlerce
dolar para kazanıyor, devletlerin sosyal güvenlik sistemleri çöküyor,
hükümetler bu delikleri kapatabilmek için borçlanıyor. Sistem kendisini
yeniden üretiyor.
Sürekli daha fazlasını isteyen, ulaşamayacağı varlıklara sahip olmak isteyen, piyango, futbol kumarı/iddaa/spor toto, para yarışmaları ve yolsuzluk ekonomisi hapsine atılan insanlar.
Sistem'e borçlanması için ve ömrü boyunca aslında Sistem'e çalışması
için insanların ceplerine konulan kredi kartları, verilen “geleneksel
krediler”, yeter ki borçlansın diye verilen bireysel ihtiyaç kredileri,
taşıt kredileri, konut kredileri, tatil kredileri...
Borçlu, hasta, mutsuz ve kukla insanlardan oluşan hastalıklı toplumlar ve onların “sağlıklı değerlendirmeyle” seçtikleri(!) iktidarlar, şov hükümetleri, sözde demokrasiler...
Milyarlarca dolar kâr eden bankalar, finans şirketleri. Kârları yüksek
gelince, bu bankaları alkışlayan toplumlar, mutlu olan “iktisatçılar”, uzmanlar. Ekonominin gidişatını banka kârlarıyla orantılı değerlendiren mantık.
Nerede gelir dağılımındaki adalet, nerede kayıt dışı ekonomiyle
mücadele, nerede hakkıyla hak olanı kazanmaya çalışan helal peşinde
koşan toplum, nerede %10'luk işsizlere %18'lik genç işsizlere çare
bulacaklar?
Ekonomiyi, para politikası ve fiyat istikrarı olarak gören bürokrasi, siyaset, finans sektörü ve küresel sistem.
Uzunca yazdım.
Ben sadece piramidi ve piramidin üstündeki o meşhur tek gözü anlatmaya çalıştım...
Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın..
Youtube Kanalım >>> Eyüp Ertaş