Coca Cola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Coca Cola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2013 Perşembe

AVATAR - Analiz


                                             AVATAR


  Hazırlığı ve çekimleri yaklaşık 11 yıl süren, dünyanın en büyük şirketlerinden The Coca Cola Company tarafından da desteklenen, 200 milyon Dolar bütçeli filmin, nasıl bir felsefenin ürünü olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.

Önce filmin senaristi ve yönetmeni olan Cameron'un geçmişine bir göz atacağız. Ardından onca animasyon ve multimedya eşliğinde verilen filmdeki temaları sıralayacağız. Son bölümde de verilmek istenen mesajı ve filmin amacını ortaya koyacağız.

YÖNETMEN: JAMES CAMERON

 1986 yılında Cameron, "Yaratık"(Alien) adlı filmin 2. serisini çekerek adından söz ettirdi. Bu filmin verdiği mesaj da çok anlamlıydı. Filmde, insanların "içinde türeyen kötü bir uzaylı yaratık", insan soyunu tehdit etmektedir. Bu kötü uzaylı yaratıktan kurtulmak için ise bir tür "kurtarıcı mesih"e ihtiyaç vardır.

Cameron, 1991 yılında belki de sinema tarihinin en akılda kalan yapıtlarından biri olan "Terminatör 2: Mahşer Günü" adlı filmi çekti. Bu filmde de "insan ırkını tehdit eden kötü makineler" ve insanlığın kurtarıcısı olması beklenen bir "kurtarıcı(mesih) çocuğun" öyküsü anlatılmaktadır.

Cameron, 1997 yılında ünlü "Titanik" filmini beyaz perdeye yansıttı. 11 dalda Oscar kazanan bu film, aynı zamanda sinema tarihinin en fazla izlenen filmi oldu. Yönetmen Cameron, 11 yıl süren çok uzun bir hazırlığın ardından, bu kez beklentilere uygun olarak "Avatar" filmi ile seyircisinin karşısına çıktı. Avatar filmine bir göz atalım:

FİLMİN ÖZETİ VE ÖNEMLİ KAVRAMLAR

1) Filmde Kutsanan "Navi"; cin-şeytan Irkıdır: Filme göre, 22. yüzyılda Pandora adlı bir gezegende Navi adlı yaratıklar yaşamaktadır. Pandora, antik Yunan felsefesine göre; kötülüklerin kaynağı olarak gösterilen çok güzel bir kadının adıdır. Zeus'un hediye ettiği bir kutuyu açan Pandora, böylece tüm kötülüklerin yeryüzünde yayılıp saçılmasına neden olur.

Navi adlı yaratıklar; mavi benizli, iri gözlü, vampir dişli, kedi kulaklı, domuz-aslan burunlu, maymun kuyruklu ve 3 metre boyunda, oldukça çevik ama narin bir yapıya sahiptirler. Ve dikkatlice bakılmazsa göze batmayan bu detayların dışında, genel olarak insansı bir görünümleri vardır. İnsan ırkına sözde sevgi-barış dolu yürekleriyle benzerler. Hatta öyle ki gözünü para hırsı bürümüş, yaşadığı dünyayı çöpe çevirmiş olan 22. yüzyıl insanlarından daha insandırlar. Kabile halinde yaşan Navi ırkı, şamanist felsefeye inanır ve doğayla tam bir uyum içinde hayatını sürdürür. Hatta dev bir netvork ağı gibi Pandora'yı saran ağaçlarla iletişim kurabilmekte, en vahşi hayvanlarla yeri geldiğinde düşmanlara karşı işbirliği yapabilmektedirler. Hayatın kaynağı olarak gördükleri Eywa adlı ağaca Tanrı diye tapmakta, el ele tutuşarak bu ağacın altında dua etmektedirler.


2) Filmde Küresel Güçler: Dünyanın iliğini kemiğini sömüren küresel güçler, gözünü Pandora gezegenindeki çok değerli bir madene dikmiştir. Amerikalı bir şirket, bu cevherin ticaretini yapmak üzere Pandora'daki çalışmalarına başlar. Filme göre, emperyalist insan güçleri, Naviler'i kandıramayınca; B planını; yani Naviler'i yok etmeyi devreye sokar ve yüksek teknoloji ürünü silahlarıyla Naviler'in yerleşim alanını yerle bir eder.

Ancak filmin ilerleyen sahnelerinde seyirci asıl gücün silahtan değil, şamanist felsefeye dayalı doğa sevgisinden kaynaklandığını öğrenecektir. Buradaki şamanist felsefenin; tüm "eski klan ve kabileler"deki cin-şeytanlarla temastan doğan bir felsefe olduğu hatırlanmalıdır.

3) Filmde Kurtarıcı Avatar(Mesih Deccal): Yukarıda bahsi geçen B planından önce, küresel güçler, Naviler'in yaşam alanındaki değerli elementleri çıkarmak için Avatar adlı bir proje üretirler. Projeye göre bilim adamları, (Navi ve insan DNA'sı meleziyle) avatar diye adlandırılan Navi görünümlü bedenler üretirler. Amaç, insanın düşünce gücüyle hareket eden bu avatarları kullanarak; Naviler'i Pandora'yı terketmeye ikna etmektir. Navi görünümlü bedenini (avatarını) kullanarak Naviler'le yakınlık kuran felçli eski bir asker, bağlı olduğu şirkete karşı çıkar ve Naviler'i kurtarmak adına insanlıktan çıkıp Avatar olmayı ve böylece Naviler'in barış-sevgi dolu yaşam felsefesini tercih eder.

Saçlarının ucuyla ağaç tanrılarına bağlanan Navi'ler, kendilerine yardım eden Avatar'ın (felçli asker) liderliğinde, vahşi hayvanların da katılımıyla savaşı kazanır. Küresel gücün merhametsiz adamları, sonunda Navi'lere teslim olur ve berbat dünyalarına geri dönmek zorunda kalırlar. Savaşın sonunda da beklenen değişim gerçekleşir. Kurtarıcı(mesih) Avatar, hayat ağacına bağlanır ve törenle insanlıktan tamamen çıkıp Navi'leşir.


FİLMDE VERİLEN MESAJLAR 

1)Filmde doğa ve ağaçlar kutsallaştırılmaktadır. Bu, Hinduizm, Şamanizm, Şintoizm, Brahmanizm ve Budizm gibi paganist dinlerde var olan bir inanıştır. Bu dinlerin ortak noktası, doğaya (canlı ve hayvanlara) olan aşırı sevgi ve re-enkarnasyon inancı olarak özetlenebilir. Doğaya olan sevginin kaynağında ise tanrılarının; bir ineğin, ağacın ya da insanın bedeninde reankarne olması ve o beden üzerinden insanların arasında yaşaması felsefesi yatar. İşte bu nedenle doğada olan her şey, tanrı olma potansiyeli taşıdığından kutsaldır. Filmdeki Navi kavramıyla; bu "şeytani dinler ve paganizm" kutsanmakta ve yüceltilmektedir. Naviler'in yüce anamız diye hitap ettiği "Eywa", Kızılderili ve Şaman kültüründen bildiğimiz, "paganist kültür"ün mirası olan ve bugün de evrimci bilim adamları ve ateist çevrelerce kutsanan "tabiat ana"yı temsil etmektedir.

2) Uzaylı Navi'lerin, neredeyse kusursuz kişilik tarifleri karşısında, Dünyalı insanların yerin dibine batırılması çok manidardır. Bu filmde Dünya'yı yöneten ve talan eden, petrol ve değerli madenler uğruna Afganistan'ı, Irak'ı işgal eden küresel güçlerin, tıpkı 2012 filmindeki gibi hedef tahtasına oturtulduğu açıktır. Zeitgeist ile iyice ortaya çıkan ve artık birçok filmde işlenen küresel güç eleştirileriyle ne amaçlanmaktadır? Bu, tamamen "İblis'in kadim planı"nda yer alan küresel güce ve onun çıkaracağı "sahte Deccal"e verilmiş olan kötü rolle ilgilidir. Bu "Plan"ın ayrıntıları, sitemizin cin-şeytanlar bölümündeki "Kadim Plan: İblis Dünyayı Ele Geçirmek Üzere" başlığı altında incelenecektir.

3) Son olarak filmdeki esas unsur olan Avatar üzerinde duralım. Avatar, Hint mitolojisinde; Hint tanrılarının, yeryüzüne indiklerinde büründükleri şekillerdir. Balarama, Sri, Varaha gibi isimler alan avatar tanrılar, doğu kültüründeki birçok öyküye de ilham kaynağı olmuştur. Avatar düşüncesi, Hinduzm, Şamanizm, Şintoizm, Brahmanizm ve Budizm'deki reenkarnasyon inancıyla, tanrıların çeşitli beden ve varlıklar üzerinde sürekli olarak yenilenip tekamül etmesi şeytani yalanına dayanır. Eski Hint inançlarına göre koruyucu tanrı Vişnu, bir düzensizlik döneminde insanları kurtarma amacıyla dokuz kez Dünya'ya iner. Her gelişinde başka bir kılık ve ad alır. Yine her inişinde, bir öncekinden daha az kusurlu ve yetkin bir nitelik taşır. Ancak dokuzuncu ve sonuncu inişinde tam bir yetkinliğe ulaşamaz. Bu nedenle Vişnu'nun, bir kez daha ve tam yetkinlikle ineceğine inanılır. Bu geliş, "evrensel oluşumun sonlarına doğru"; yani "yaklaşansaat"te olacak ve "Vişnu" bu kez "Avatar" adını alacaktır.

Filmde kötü rol verilmiş olan Dünya güçleri karşısında, bir Avatar(Kurtarıcı-Mesih) yani aslında "Deccal" olan bir karakter yer almaktadır. Bu karakter her zamanki gibi iyiliksever, sevgi dolu, fedakar, kendi hayatını hiçe sayan ve benzer filmlerden alışageldiğimiz üzere tüm "iyi özellikler"i bünyesinde barındıran bir "hayvan-insan-navi karışımı"dır.

İblis'in "yaklaşansaat"te çıkaracağı lider; yani "Mesih Deccal"; aynen filmde olduğu gibi, gerçek hayatta da, küresel gücün kötülük mesihi "sahte deccal"den artık "yılmış ve korkuya kapılmış insanlığın" imdadına filmdeki gibi yetişecek; insanlığı kurtararak tanrılığını filmdeki gibi ilan edecektir. Filmdeki "Kurtarıcı"nın tüm özellikleri; gelecek olan "Mesih Deccal"e ait özelliklerdir. Bu kurtarıcının, İnsan-navi; yani insan-şeytan karışımı olması da bu bakımdan oldukça manidardır.


SONUÇ

Anlaşılan Avatar filmini tam 11 yılda hazırlayan James Cameron, her detayı tek tek düşünmüş; ya da "dostlarından ilham almış". Spritüelizm, New Age, paganizm, eski Yunan Mitolojisi, Şamanizm, Budizm ve Hinduizm felsefelerinden bolca yararlanmış. Yani film, öylesine yapılmış bir animasyon değil; baştan aşağı "cin-şeytanlar" başlığı altında ifşa edilecek olan, "İblis'in Kadim Planı"na hizmet eden bir beyin yıkaması...

Sıradan bir sinema izleyicisinin, animasyon harikası olarak tanıtılan filmin görsel efektlerinden, duygulu müziklerinden ve aksiyon sahnelerinden fırsat bulup; bu "felsefeyi yakalayabilmesi ve görüntüyü analiz edebilmesi" elbette düşünülemez.

Böylece o zehirli tohumlar, insanların bilinçaltına tek tek ekiliyor. Çünkü "yaklaşansaat" geldiğinde; kendisini insanlığın kurtarıcısı olarak tanıtacak olan "Mesihi Deccal", insanlığın gelmiş geçmiş "en büyük fitnesi" olarak ortaya çıkacaktır. İşte o gün, şeytanın her yönüyle ektiği tüm tohumlar yeşermiş olacaktır. Ancak bugün "şeytanın açık tuzaklarını ve mesajları"nı algılayamayıp ağzı açık bakanlar, bu "aldatıcı" ve "çok yüzlü kurtarıcı mesih"in, yalanlarına inanarak aldanmış olacaklar ve arkasından "dehşetli bir akibet"e sürükleneceklerdir.


 Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın..

Youtube Kanalım  >>> Eyüp Ertaş

26 Kasım 2013 Salı

Nestlé





Nestlé, en çok boykot edilen dört küresel şirketten biridir
(diğerleri Nike, Coca Cola ve McDonald’s).

Bebek mamasıyla başlayıp, sudan çikolataya, kahveye ve hatta kedi-köpek mamasına uzanan pek çok alanda üretim yapan Nestlé’nin neden bu kadar boykot edildiğini bu yazıyı okuduktan sonra daha iyi anlayacaksınız.

İlk ve en önemli Nestlé boykotlarından biri ABD’de başlatıldı. 7 Temmuz 1977′de, İsviçre kökenli Nestlé karşısında başlatılan hareket nihayet 1980′lerde Avrupa’ya da ulaştı. Nedeni anne sütünü ikame etmek üzere geliştirdiği süt tozu içeren bebek mamalarıydı.

Boykot kampanyasını başlatanlar, özellikle gelişmiş ülkelerde anne sütünü gözden düşürmek suretiyle yapılan mama pazarlamasının bebek ölümlerine neden olduğunu öne sürüyorlardı. Kampanyayı başlatanlardan Profesör Derek Jellife ve eşi Patrice, boykotu yaygınlaştırmak
için World Allience for Breastfeeding Action (WABA-Dünya Anne Sütü Eylem İttifakı) adlı bir platform kurdular.

Ardından International Baby Food Action Network (IBFAN-Uluslararası Bebek Maması Eylemi Ağı) ve Save the Children (Çocukları Koru) örgütleri de Nestlé’nin hangi noktalarda bilerek “yanlış” bir propaganda yöntemi geliştirdiği üzerine bir hayli çalışmalar yaptılar.

Süt tozunun ne zararı var?

- Öncelikle Nestlé’nin anne sütü yerine önerdiği “süt tozu”nun mama kıvamına getirilmesi için su kullanılıyor, yoksul ülkelerde su yeterince arıtılmadığı için bebek ölümlerine neden oluyordu. Ayrıca bu mama, anne sütünün sağladığı bağışıklık kazandırıcı işlevlere sahip olmaktan da uzaktı. UNICEF’e göre, yenidoğanlarda mama kullanımı bebeğin ihtiyaç duyduğu hijyen koşullarının 6-25 kat arasında düşmesine neden oluyordu.

- Nestlé yoksul ülkelere içeriğinde daha az gıda takviyesi bulunan toz halinde “bebe sütü” (süt tozu) pazarlıyordu. Çünkü kimi gıda takviyeleri mamaların raf ömrünü azaltıyordu. Dolayısıyla bebekler bu şekilde hem anne sütünden uzaklaştırılıyor hem de yeterince besin içermeyen mamalarla besleniyorlardı.

1978′de Afrika’daki pek çok hükümetle anlaşan Nestlé, kıtanın her yerinde bedava süt tozu dağıtmaya başladı. Aslında çalışan ya da emzirmek istemeyen “üst sınıf” annelerin işini kolaylaştırmak üzere üretilen süt tozu bir salgın gibi yayıldı Afrika’da. 23 Mayıs 1978′de sağlık profesyonelleri süt tozuyla beslenen bebeklerde ölüm oranlarının yükseldiğini bildirmeye başladılar.

Üstelik bebek mamalarının pazarda yaygınlaştığı 1960 ve 1970′li yıllarda emzirme oranı Meksika’da yüzde 100′den yüzde 40′a, Şili’de yüzde 90′dan 5′e, Singapur’da yüzde 80′den yüzde 5′e gerilemişti. Nestlé pazarlama stratejisini birkaç haftalık mamayı ücretsiz vermek üzerine kurmuştu. Bu şekilde bebek ve anne süt tozu temelli mamaya alıştırılıyor, sonra da satın almaları sağlanıyordu.

Boykot nasıl yayıldı

Fakat meselenin öncesi de vardı… Nestlé’nin agresif mama pazarlama stratejisi 1973 yılında New Internationalist adlı bir derginin “The Baby Killer” (Bebek Katili) başlıklı bir broşür yayınlamasıyla ilk kez radikal bir biçimde eleştirilmişti. Nestlé dergiyi mahkemeye verdi ve hatta davayı kazandı da.

Çünkü ABD mahkemesi o dönemde, Nestlé’nin pazarlama stratejileri ile bebek ölümleri arasında doğrudan bir bağlantı kurmayı başaramadı.

Dergi 300 İsviçre Frangı ceza ödemek zorunda kalsa da, mahkeme Nestlé’yi de “bilinirlik yöntemlerini gözden geçirme”kle görevlendirdi. O dönemde bu bile bir tür “ahlaki kazanım” olarak görüldü.

1978′de ABD’de anne sütünün yerine geçtiği söylenen mamalara karşı bir kamu davası açılarak bu konuda bir “Pazarlama Şartı” uygulanması talep edildi. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF konuyu ciddiye alıp uluslararası toplantılar düzenlediler.

1981′de World Health Assembly (WHA-Dünya Sağlık Birliği) anne sütü desteği olarak kullanılacak mamaların içeriğinde olması gerekenler hakkında bir kod daha yayınladı.

Ayrıca bu mamaların reklamlarının yapılmasını ve sağlık görevlilerinin bu türden mamaları ailelere tavsiye etmesini de sınırlıyor, hatta yasaklıyordu kodu.

1984′te boykotu koordine eden örgütler Nestlé’yle bir araya geldiler. Nestlé ilgili kurallara uyma sözü verdi. Ancak 1988′de boykot bu defa da Nestlé’nin gelişmemiş ülkelerde besin değeri düşük mamalar satması nedeniyle tekrar başlatıldı.

1999′da Nestlé bu defa İngiltere’de Advertising Standards Authority (ASA-Reklam Standartları İdaresi) tarafından bir kez daha cezalandırıldı. Çünkü Nestlé’nin boykot karşıtı kampanyası etik-dışı ve sorumsuzluk örneği olarak görülmüştü. 2000 yılında Avrupa Parlamentosu IBFAN, UNICEF ve Nestlé’yi davet ederek karşılıklı iddialarını konuşabilecekleri bir açık toplantı düzenledi.

IBFAN’ın Pakistan temsilcileri ve UNICEF Nestlé’nin WHA kurallarına uymadığını bu toplantıda belgelerle kanıtladılar. Hatta Nestlé’den bu ülkedeki işlemlerini kontrol etmek üzere bir müfettiş gönderilmesini talep etmişler, müfettiş gönderilmiş, ancak kural ihlalleri devam etmişti.

Bugün durum ne?

Nestlé boykotu halen International Nestlé Boycott Committee (Uluslararası Nestlé Boykotu Komitesi) tarafından devam ettiriliyor. Komitede başta Baby Milk Action ve IBFAN olmak üzere 100 ülkeden 200 grup bulunuyor. Pek çok Avrupa üniversitesi, araştırma kurumu da söz konusu gruplar arasında yer alıyor.

Yalnızca İngiltere’den 73 öğrenci birliği, 102 şirket, 30 dini kurum, 20 sağlık örgütü, 33 tüketici örgütü, 18 yerel yönetim, 12 sendika ve 31 parlamenter Nestlé boykotunu desteklediklerini açıkladılar.

Nestlé ise sürekli olarak pazarlama stratejilerinde bir sorun olmadığını savundu. Ancak Mayıs 2011′de başta Filipinler olmak üzere Asya-Pasifik ülkelerinde Nestlé karşıtı bir kampanya daha başladı.

Bu bölgede de yaklaşık olarak 19 büyük sivil toplum kuruluşu Nestlé’nin üretim ve pazarlama stratejilerinin bebek sağlığını tehlikeye attığı düşüncesinde olduklarını açıkladılar.

Bunca boykotun ardından büyüme hızı kesilmeyen ve pazarlama stratejilerinden de ödün vermeyen Nestlé, 2008 yılındaki reklam kampanyasında şu kadarlık bir geri adım attı: “Anne sütü bebeğinizi beslemenin en iyi yoludur.

Fakat sütünüz yetersizse ya da emzirmeyi tercih etmiyorsanız Dünya Sağlık Örgütü’nün anne sütüne alternatif olarak gördüğü tek ürünü kullanabilirsiniz. Nestlé, gittiği her ülkede, o ülkenin Dünya Sağlık Örgütü kuralları uygulamalarına uyar.”

7 ölümcül günah

Nestlé’yi en zor durumda bırakan boykot kampanyalarından biri Filipinler’de gerçekleşti. Çünkü boykot, Nestlé’nin bu ülkedeki faaliyetlerinde haksız rekabet ettiğine ilişkin bir mahkeme sürecini de tetikledi. Filipinler kampanyasının broşüründe Nestlé’nin hangi“7 ölümcül günah”tan dolayı boykot edilmesi gerektiği şu şekilde özetleniyordu:

1. Bebe sütü ve mamalarını, anne sütünü gözden düşürmek pahasına agresif kampanyalarla satıyor ve bu konudaki uluslararası standartları sürekli ihlal ediyor.

2. Nestlé, Zimbabwe’deki fabrikasında kullandığı sütün yüzde 10-15′ini, diktatör Mugabe’nin el koyduğu çiftliklerden sağlıyor. Dolayısıyla bu kanlı diktatöre destek oluyor.

3. Filipinler’deki fabrikalarda mahkeme kararlarına rağmen sendikalaşan işçileri işten uzaklaştırıyor.

4. Özellikle çikolata üretiminde çocuk işçiliğin ve köleliğin engellenmesine dönük çabalara destek olmadığı gibi, kendisine kakao sağlayan üreticilere bu konularda göz yumuyor.

5. Oluşturduğu tekel dolayısıyla, kahve ve süt üreticilerinden ürünlerini değerinin çok altında satın alarak iflasa sürüklüyor.

6. Doğal kaynakları, özellikle su kaynaklarını tüketiyor.

7. Filipinler’deki seks skandalının ve dağıtıcılara uygulanan baskıların üzerini örtüyor.

Nestlé ne demek?

Nestlé dünyanın en büyük gıda şirketi. 1867′de Henri Nestlé tarafından kuruldu. Kuruluş öyküsü ise Henri Nestlé’nin, erken doğum yaptıktan sonra bebeğini besleyemeyecek kadar hastalanan bir komşusuna yaptığı yardımla başladı.

Nestlé, ihtiyaç duyduğu besini karşılayabilecek bir karışım hazırladı ve bebek yaşadı. O günden bu yana hız kesmeden büyüyen Nestlé, 2008′de 67 milyar Euroluk bir hacme ulaşmıştı. Fortune Global Dergisi’ne göre dünyanın en karlı şirketi.
     

 

 Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın..

Youtube Kanalım  >>> Eyüp Ertaş