SORULAR
-Allah şeytanı yaratır
-Şeytan Allaha karşı çıkar
-Allah şeytana kıyamete kadar süre verir
Soru 1: Sonsuz gücü olan Allah'ın kendi yarattığı şeytanla sidik yarışına girmesi ne derece mantıklıdır?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Şeytan bencildir, ademe secde etmez.
-Allah, şeytanı bencil olup ademe secde etmediği için cehenneme gönderir.
-Şeytanı bencil olduğu için cehenneme atan Allah kendine tapacak, sırf ona kulluk etmesi için canlılar yaratmıştır.
Soru 2: Şeytanı bencil olduğu için cehenneme atan Allahın bencillik etmesi ne derece mantıkıldır?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Allah ile şeytan sidik yarışındadır
-Şeytan insanları kötü yola girdirmeye çalışır, onları saptırır.
-Şeytanın tüm insanaları etkilemiş olduğu bir zamanda tam kazanacakken
Allah nuh tufanını gerçekleştirip tüm insanaları helak eder.
Soru 3: Allahın tam şeytan kazanacakken bu şekilde hile yapması ona yakışır mı?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Tanrı (tanım gereği) fiziksel değildir
-Tanrı düşünebilir karar verir, iradeye sahiptir.
Soru 4: Düşünme(ya da karar verme, irade) eylemi beyinde gerçekleşen
bir eylemken fiziksel olmayan tanrı nasıl düşünür, karar verir, iradeye
sahiptir? Bu soruya "Bunu bilemeyiz, aklımız ermez" gibi bir cevap
verecek olursanız ona inanmadığımız için bizi yakmaması doğal sonuç
olmaz mı(sonuçta ona aklımız yetmiyor)? Ve ya neden bizi onu
anlayabilecek şekilde yaratmamıştır?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Tüm insaları canlıları ve sistamleri tanrı yaratmıştır
-DNA kopyalanmaya başlar.
-DNA kopyalanırken hatalar oluşur
-DNA daki hataların çoğu enzimlerce düzeltilir.
Soru 5: Tanrının bu tasarımdaki amacı nedir? Eğer düzeltecekse neden
hata yapmasına izin verir ki? Tanrı yapboz mu oynamaktadır ki önce bozup
sonra düzeltir?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Allah evreni/dünyayı insanı sınav yapmak için yaratmıştır.
-Evrenin 14 milyar yılı dünyanının 3 milyardan fazla yılı insansız
geçmiştir ve insan türü yokolunca evren varolmaya devam edecektir.
Soru 6: İnsanı sınav yapmak için evreni/dünyayı yaratan tanrının 14 milyar yıl beklemesi ne derece mantıklıdır?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Tanrı zamanı geçmişi geleceği bilir
-Tanrı insanı sınav içine sokmuştur
-Tanrı sınavın sonucunu da bilir
Soru 7: Sonucu 'kesin olarak' bilinen bir sınavın anlamı nedir? Sınav
sonucunu bilmemeyi gerektirirken bilinmesi ne derece mantıklıdır? Tanrı
her şeyi biliyorsa sınav olmamalıdır, sınav varsa tanrı her şeyi
bilmemelidir.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Tanrı Lut kavmini eşcinsel yaratır
-Eşcinsellik bir tercih değildir. Bir kişi doğuştan eşcinsel olur,
kadın olmayı erkek olmayı mavi gözlü olmayı seçemeyeceği gibi eşcinsel
olmayı da seçmez
Soru 8: İnsanları eşcinsel oalrak yaratan Tanrının
daha sonra (bunu bilmesine rağmen) insanalra kızması, şaşırması, onları
uyarması ve onları yoketmes ne kadar mantıklıdır?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Allah kendine tapması için insanları yaratır
-O halde Allah egoisttir
Soru 9: Ego bir tanrıya yakışır bir özellik midir? Egoist bir tanrı ne derece tapınılmayı hak eder?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Müslüman olmayan herkes sonsuza kadar cehennemde yanacaktır
-İyi olan gayrimüslimler her ne kadar iyi olursa olsunlar sonsuza kadar cehennemde yanacaktır
Soru 10: Böyle bir durumda tanrının sonsuz adalet ve merhametinden
bahsedilebilir mi? Böyle bir tanrıya inanmak ne kadar doğru olur?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-İslama göre doğru olan tek din islamdır
-Diğer dinler de doğru olan tek dinin kendi din olduğunu düşünür
-Neredeyse her din kendi dininden olmayanın yanacağını savunur
Soru 11: Eğer farklı bir ülkede farklı bir dine mensup olarak doğmuş
olsaydınız tekrar müslüman olur muydunuz? Yoksa müslümanlar da dahil
diğer dinden insanların yanacağını mı düşünürdünüz? Eğer cevabınız
"Sorgular müslüman olurdum" ise diğer dindeki insanlar da neden aynı
cevabı veriyor düşündünüz mü? Yoksa hala dinin büyük oranda coğrafya ve
aile etkenli olduğunu anlayamadınız mı?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Allah ademi yaratır
-Ademden de (kaburga kemiğinden) Havvayı yaratır
-Ademden yaratılan Havvanın adem ile kromozomaları o halde aynıdır
-Bunun sonucunda Havva da erkek olmalıdır
Soru 12: Bu yaratılış mitine mi inanmak mantıklıdır yoksa henüz
kromozomun, genetiğin bilinmediği bir dönemde cinsiyetlerle ilgili henüz
olgun bir fikir yokken insanların nasıl yaratıldığını merak eden bir
takım insanın bunu uydurmuş olması ve nesillerdir günümüze geldiğini
düşünmek mi mantıkldır?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
-Allah Ademi ondan da Havvayı yaratır
-Adem ve havvanın çocukları olur
-Kardeş kardeşe ilişkiye girerek nesiller devam eder
Soru 13: Allah başka bir çift de yaratıp insanları kardeş kardeşe ilişkiye zorlamayabilirken
neden bu yolu seçmiştir? Buna inanmak mantıklı mıdır? Yoksa bu tür
detayları düşünmeden insanların bu hikayeyi uydurduğu fikri mi daha
doğru olacaktır?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 14: Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse o güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse o iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
CEVAPLAR
Soru 1: Sonsuz gücü olan Allah'ın kendi yarattığı şeytanla sidik yarışına girmesi ne derece mantıklıdır?
Cevap 1 - Haşa burada bir sidik yarışı söz konusu değildir,sorunun girişi zaten yanlıştır da yinede cevaplayalım,şeytanlarla
mücadele etmek suretiyle insanların dereceleri yükselir. Şeytan,
devamlı insana Allah'ın emirlerinin tersini yapmasını emreder.
,İnsan da şeytanın emirlerini yapmayıp, Allah'ın emirlerini yaparsa
Allah katında büyük derecelere yükselir. Şeytanı insanlara musallat
etmek suretiyle, Allah'ın emrini tutacak insan ile, tutmayacak insan
ayırt edilir. Böylece, bu imtihan dünyasında kötü ruhlu insan ile iyi
ruhlu insan birbirlerinden ayrılır. Şeytan imandan kuvvetli değildir.
Allah’u teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır.
Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de
aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma
özelliğindeki insanı yaratmıştır. İşte böyle bir varlığın hangi
özellikleri taşıdığının anlaşılması için şeytan yaratılmıştır.
Mesela, altın ve bakırın karışık halden ayrılması için ateşte
kaynatılması gibi, insan denen varlığın iyi ve kötü huylarının
birbirinden ayrılması, iyi huylu Ebubekir (ra)ile kötü ruhlu Ebucehilin
anlaşılması için Allah şeytanı ateşten yaratmıştır.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 2: Şeytanı bencil olduğu için cehenneme atan Allahın bencillik etmesi ne derece mantıklıdır?
Cevap 2 - Şeytan bencil değil kibirlidir. Vücut bulmasına sebep olan Allah'ı unutmuş ve bunun cezasını görmüştür.Allah bencil değildir yarattığını düşünendir,cehennemi yarattığı gibi insanı yarattığı gibi onu direkt cehenneme atmak yerine sınava tabi tutmuştur,kazanan cennete kaybeden cehenneme,bunu da şeytan vasıtasıyla yapacaktır,ona uyan kaybeder uymayan kazanır,
yine bunu da gönderdiği kutsal kitap ve peygamberi ile sağlamıştır,yani insana kolaylık sağlamıştır,yaratılan
insan gönderilen kutsal kitaba ve peygambere inanıp o yoldan giderse
şeytana uymamış olacaktır ve cenneti kazanmış olacaktır,bencil olan bir Allah yarattığı insana böyle kolaylıklar sunmazdı,şeytanı
yarattı ki onamı kendisine mi inanacağız görebilmek için,ne diyor
ayette 'Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye
yarattım' o halde bizde yalnız ona kulluk edeceğiz,gönderdiklerinden faydalanarak da şeytandan uzak duracağız.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru3: Allahın tam şeytan kazanacakken bu şekilde hile yapması ona yakışır mı?
Cevap 3 - Burada da hile yok,bak bunlar hep senin cevabı aramaya
tenezzül etmeden yargılaman sonucunda kafanın karışmasına sebep
oluyor,aç kitabını oku,ilk emir zaten İkra yani Oku,tüm cevaplar orada.
Nuh dan daha kötüsü kıyamet günü olmayacak mı?Kıyamet ne zaman
kopacak,bir tek insanın bile Allah demediği zaman kopacak,tüm insanlık
şeytana uyduğu zaman kopacak,din kitap peygamber ve Allah tamamen
yeryüzünden silinmeden kıyamet kopmaz,kıyamet zaten kafirlere kopacak
inanan hiç kimse dünyada olmadığı zaman kopacak,burada da hile yok çünkü
her şey bitmiş olacak,kalan tüm insanlık şeytana biat edince zaten
Allahın dünyayı devam ettirmesinin ne mantığı kalacak?kendisine kulluk edecek insan kalmadığı an zaten her şeyin bittiği andır.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 4: Düşünme(ya da karar verme, irade) eylemi beyinde gerçekleşen
bir eylemken fiziksel olmayan tanrı nasıl düşünür, karar verir, iradeye
sahiptir? Bu soruya "Bunu bilemeyiz, aklımız ermez" gibi bir cevap
verecek olursanız ona inanmadığımız için bizi yakmaması doğal sonuç
olmaz mı(sonuçta ona aklımız yetmiyor)? Ve ya neden bizi onu
anlayabilecek şekilde yaratmamıştır?
Cevap 4 - Düşünme karar verme fiziksel bir eylem değildir,fiziksel
olmayan Cinlerde düşünüp karar verebilir ki zaten onları da Allah
yarattığından düşünüp karar verebilme mekanizmasına sahip olabilmek için
fizikselliği de gerek olmadığı görülmüş olur,kaldı ki Allah'ın sıfatı
da bilinmiyor,fiziksel olup olmadığı da belli değil,tanım gereği fiziksel değildir diye nitelendiriliyor,bunu ölünce anlayacağız.
düşünme yetisinin temeli Allah'tan gelir , bir düşün bütün dünyadaki
bilgiyi ve bir de bir insandaki , bir insandaki bilgi ve düşünme yetisi
sınırlıdır. Diğer taraftan Allah her insana kendisine iman etmesi ve
yasaklardan sakınması için gereken İlmi vermiştir ve düşünmemiz için
bize Yol Göstericiler yani Peygamberler göndermiştir , onun dışında
yaşadığımz her olayda bir hayır ve şer göstermiş bunları da Kuran'da
yazmıştır.
Bizim engelli dediğimiz o yeti tam olarak
verilmeyen insanlarsa sorgudan muhaftır. Şimdi sen vay efendim niye
onları eksik yaratmış diyebilirsin , senin bütün özelliklerin tam mı
acaba ? Her insan Allah'ın bazı sıfatlarından çok ya da az alır ve
bunlarla sınanır.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 5: Tanrının bu tasarımdaki amacı nedir? Eğer düzeltecekse neden
hata yapmasına izin verir ki? Tanrı yapboz mu oynamaktadır ki önce bozup
sonra düzeltir?
Cevap 5 - Hangi DNA kopyalanırken hata
oluşur ve kendiliğinden düzelir?Hem iradesi yani düşünme yeteneği olan
bir yaratıcıdan bahsediyorsak önce bir türlü,sonra başka bir türlü
yaratmasını da normal karşılamalıyız,öyle olmasaydı neden dünyada önce melekleri cinleri sonra insanları yaratmış olsun ki?direk olarak insanları da yaratabilirdi,ama önce cinleri sonra insanları yaratmayı bir bildiği yani iradesi olduğundan yaratmıştır.
Allah canlı sistemleri yaratırken, ölebilir, hastalanabilir bir
mekanizmayı ön görmüştür. Bunun pek çok hikmetleri vardır. Bu
hastalıkların olması için canlılarda bozulabilir bir sistemi
öngörmüştür. Bozulabilen bir sistemin tamiri için de düzeltme
mekanizmalarını devreye sokmuştur. Kainat baştan başa hareket ve sakinliği ile, değişken ve değişmez prensipleriyle,
karanlık ve aydınlığıyla, gece ve gündüzüyle, mevsimleriyle bir yazar-
bozar tahtası gibi işlemler görmektedir. DNA sistemi de bunlardan farklı
değildir.
Allah, kâinatı hareketli, değişken, tahrip ve
tamire maruz bir biçimde yaratmakla, kendi varlığını, isim ve
sıfatlarını nazara vermek, sonsuz ilim ve kudretinin her an devrede
olduğunu göstermek istemiştir. Akan bir ırmağın güneş karşısına gelen
damlacıklarının
parlaması, güneşin varlığına delalet ettiği gibi, ışığın hizasından
çıkanların sönmesi de güneşin varlığını gösterir. Bu manzarayı bir
yazar-bozar tahtası gibi düşündüğümüzde,
yazılması da bozulması güneşin varlığının göstergesi olduğunu görürüz.
Çünkü, eğer bu akan su damlalarının gösterdiği parıltının kaynağı güneş
olduğu kabul edilmezse, bu takdirde her damla suda gerçek bir güneşin
bulunduğunu kabul etmekle gerekir ki, bu bir safsatadır.
İşte bunun gibi, bu kâinatı yaratmakla kendini tanıtmak isteyen yaratıcı, özellikle canlılarda tahrip ve tamir mekanizmalarını
yaratarak işin arka planındaki sonsuz ilim, hikmet ve kudretini
göstermek istemiştir. Örneğin, bir insan hayat kazanmakla Allah’ın Muhyi
ismine, ölmekle de onun Mümit ismine şahitlik eder. Bir DNA’nın
tahribinden sonra tamir edilmesi, onun sonsuz ilim, hikmet ve kudreti
yanında Şafi ismine de şahadet etmektedir.
Hülasa mevcut
mekanizmalar, hikmet açısından birer perdedir. Asıl iş yapan ilahi
kudrettir. Binbir çeşidiyle canlıların bünyelerini tamir eden gıdaların
varlığı, kâinatı yaratan ile canlıların bünyesini yaratan aynı kudret
olduğunu gösterir. Demek ki herşey lisan-ı haliyle Allah diyor, onu hamd
ile tesbih ediyor.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 6: İnsanı sınav yapmak için evreni/dünyayı yaratan tanrının 14 milyar yıl beklemesi ne derece mantıklıdır?
Cevap 6 - Allah zaman kavramından münezzehtir,yani bize göre 14 milyar yıl ona göre 3 saniye olabilir,şöyle ki;
Ayetlerde geçen “İndellah=Allah katında” veya “inde rabbike=Rabbinin
katında” gibi ifadelerden insanlar için gayb sayılan alemleri anlamak
gerekir. Bu alemler bazen ahiret alemleri olabildiği gibi, bazen bizim
için görünmez özelliğe sahip olan göklerdeki alemler de olabilir.
İşte “eyyam-ı Kur’aniye olarak da tabir edilen “bin-elli bin senelik”
zaman mefhumu o alemlerdeki cisimlerin hareketlerden meydana gelen zaman
dilimleridir. Dünyadaki -yerküresinin güneşin etrafında dolaşmasından
meydana gelen- zaman mefhumu Allah’ı kuşatmadığı gibi, göklerdeki diğer
bazı cisimlerin, yörüngelerinde dolaşmalarından meydana gelen zaman mefhumu da Allah’ı kuşatmaz.
Çok açık bir gerçektir ki, her zaman mefhumu belli bazı cisimlerin bulundukları yörüngelerindeki hareketlerinden
oluşur. Yani zaman da zamanın varlık sebebi olan ilgili cisimler gibi
sonradan yaratılmıştır. Ezelî olan Allah vardı, onunla birlikte hiç bir
şey yoktu. Ne zamandan ne de mekândan eser yoktu.
Yevm (gün) kelimesi Kur’an-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.
Gündüz, gece ve gündüzden oluşan 24 saatlik müddet, devir, mutlak zaman
vs. Örneğin kıyametle ilgili bir âyette “Yer başka yere, gökler de
başka göklere değiştirildiği gün” (İbrahim, 48) ifadesi geçmektedir.
Başka bir âyette ise, kıyamet gününden bahsedilirken “yevmu’l-hulûd/
ebedilik günü” ifadesi kullanılır. Böylece, sonsuz bir şekilde devam
edecek olan âhiret hakkında da “yevm” ifadesi kullanılmıştır.
Hacc suresi, 47. âyetteki, “Allah katında bir gün sizin saydıklarınızdan
bin yıl gibidir”, Meâric suresi, 4. âyetteki “Melekler ve Rûh (Cebrail)
oraya, miktarı ellibin sene olan bir günde çıkarlar” ifadelerine
gelince, öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu âyetlerde zamanın
izafiliğine (göreli olduğuna) işâret edilmektedir.
Dünyamızın bir günü 24 saat iken, başka gezegenlerin günleri (yani o
gezegenin kendi ekseni etrafında dönüş süresi) daha az veya daha çok
olabilmektedir. Gezegen ve yıldızların çapıyla orantılı olarak günler de uzun olmaktadır. Örneğin güneşin bir günü dünyanın bir ayı gibidir.
Dolayısıyla kâinatta bir günü bin gün veya elli bin gün olan yerlerin olması da söz konusudur.
Bu izah, âyetler aynı konu ekseninde değerlendirildiği
takdirdedir. Ancak âyetleri farklı konularla ilgili ele alıp
değerlendirmek de mümkündür. Şöyle ki, Hacc suresindeki âyet, öncesiyle
birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde,
alaycı bir tavırla va’d edilen azabın bir an önce gelmesini isteyen
inkârcılara bir cevap olarak zikredildiği söylenebilir. Yani, onların
hafife alarak aceleyle gelsin de görelim diye istedikleri azabın
hakikatte çok dehşetli olduğunu, o azabın bir gününün insana bin yıl
gibi geleceğini bildirmektedir. Sıkıntı vaktinde zamanın geçmemesi, insana çok uzun gelmesi gibi…
Nitekim Razî ve Maverdî gibi müfessirler de bu âyeti açıklarken buna
uygun açıklamalar yapmışlardır. Razî bu görüşün âyetin manası hakkındaki
açıklamalar içinde en uygunu olduğunu söylemektedir.
Bu ifade hakkında şu yorumlar da yapılmıştır:
1. Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günlerden bir gün bin sene gibidir (Mücahid).
2. Kıyamet günlerinden bir günün uzunluğu, dünya günlerinden bin sene
gibidir. Bu âyet hakkında şöyle bir yorumun da uygun olacağı
kanaatindeyiz: Bu âyette Yüce Allah, müşriklerin aceleciliklerine
karşılık, kendisinin Sabûr ve Halîm olduğunu bildiren böyle bir ifade
zikretmiştir. Yani buradaki bin yıl ifadesi Allah’ın sabrından ve
hilminden kinaye olup acele etmediğini, onları hemen cezalandırmadığını ifade etmektedir…
Gerçekte Allah için zaman söz konusu değildir. O, zamandan münezzehtir.
Geçmiş, gelecek O’nun için şimdiki zaman sayıldığı gibi, bütün zamanlar
da O’nun için bir ân gibidir.
Meâric suresindeki âyet
ise, kâinatta bir günü elli bin gün olan uzay ve zaman boyutlarının
varlığına işâret edildiği gibi, âyet meleklerin göklerde kat ettikleri
mesafelerle de ilgili olup, ellibin yıllık uzun mesafeyi bir günde
kat’ettiklerini bildirmekte, meleklerin sür’atine ve Allah’ın mülkünün genişliğine işaret etmektedir.
Aşağıda -özetle yer alan- Bediüzzaman hazretlerinin ifadeleri konumuza ışık tutmaktadır:
“Evet kış günlerinde ve şimal taraflarında gurub ve tulû' mabeyninde(güneşin
doğuşu ve batışı arasında) dört saatlik günden ve bu yerlerde kışta
sekiz-dokuz saatten ibaret olan günlerden tut, tâ Güneş'in mihveri
üstünde bir aya yakın gününden, (hattâ Kozmoğrafya'nın
/ Astronominin bildirdiğine göre) tâ "Rabb-üş Şi'ra" tabiriyle
Kur'an'da namı ilân edilen ve güneşimizden daha büyük olan "Şi'ra"
namında diğer bir güneşin belki bin seneden ibaret olan gününden, tâ
Şems-üş Şümus'un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek
gününe kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.
İşte Semavat ve
Arz'ın Rabbi, o Şems-üş Şümus ve Şi'ra'nın Hâlıkı hitab ettiği vakit, o
Semavat ve Arz'ın ecramına(gök ve yer cisimlerine) ve âlemlerine bakan
kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.....
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 7: Sonucu 'kesin olarak' bilinen bir sınavın anlamı nedir? Sınav
sonucunu bilmemeyi gerektirirken bilinmesi ne derece mantıklıdır? Tanrı
her şeyi biliyorsa sınav olmamalıdır, sınav varsa tanrı her şeyi
bilmemelidir.
Cevap 7 - Sınavın sonucunu Allah biliyor biz değil,biz yaşayarak öğreneceğiz,sınav bizim için yani sonucu biz bilemeyiz,ama sınavı yapan Allah o halde o bilebilir;
Meryem-67 - O insan hiç düşünmüyor mu ki, o hiçbir şey değilken Biz onu yaratıp var ettik?
(Enbiya, 21/16) "Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık."
(Sad, 38/27) "Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık."
(Kıyame, 75/36) "İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?"
(Müminun, 23/115)"Yoksa siz, bizim sizi abes / boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?"
Öncelikle şunu belirtelim ki Allah (cc) insana; acaba ne yapacak diye
(haşa meraktan, eğlenmek için) bakmaz O zaten insanların ne yapacağını
bilmektedir (kader konusu). Allah(c.c.) ın dünyayı yaratıp insanı
dünyaya göndermesinin amacı insanın gerçek hüviyetini kazanmasıdır,çünkü insan ancak dünya gibi bir yerden geçerek bir yerlere gelebilmektedir.
yani amaç insan kazanmaktır.insanı kazanmak için de dünya gibi bir eğitim ve imtihan sahası gereklidir.Allah(c.c.) ; insana acaba ruhunu (doğru davranışlarla düşüncelerle) olgunlaştırabilecek mi, bu imtihanı hem kendini hem de Beni mutlu edecek şekilde geçebilecek mi diye bakar.
yani öylesine bir yaratılmışlık,Yaratıcının
bizimle(haşa) oyun oynaması gibi bir mantıkla yaratılmış olma durumu
söz konusu değildir.Oyun gibi görünen her şey imtihan unsurudur.Allah (cc) tüm her şeyi kötülükleri de dahil imtihan olsun diye yaratmıştır.
Zariyat-56 - Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım
bu ayette hem yaratmanın amacı hem de insanın amacı insana bildirilmiştir.
1 - Allah ın insanı yaratmasındaki amacı; insanın kendisini tanıyıp
gönülden sevmesi ve bunun yanında kendisine itaat, ibadet etmesidir.
2 - Allah insana amaç olarak ibadet etmesini koymuştur.demek
ki Allah bizim fıtraten dünyadaki amacımızı ibadet olacak şekilde
yaratmıştır ve bizim amacımız ibadet olmalıdır. İbadetle insanın özüne
kavuşmasını, doğru yolda kalmasını, gerçek insan olmasını, dini yaşayış
ve düşünceyle yaptığı her işin ibadet sayılacağını (neden ibadet eder
namaz kılarız) konusunda açıklayacağız.
***İnsan ibadet
etmesi için, yani Allah ı tanıyıp sevmesi ve emirleri doğrultusunda
hareket edip Allah ın rızasını kazanmaya çalışması için yaratılmıştır.Yani Allah gönül istemiştir sevgi istemiştir.İnsanın Allah ı gönülden sevmesi gönülden Allah ın rızasına ermeye çalışması için insana irade verilmiştir.insan robot gibi programlanarak Allah ı sevmemiş hür iradesiyle Allah ı seçmiş Ona (c.c.) gönülden yönelmiştir.
işte Allah ın istediği budur; GÖNÜLDEN SEVGİ.( )bu sevginin oluşması
için bir koşul daha lazımdır o da Allah ın varlığının kesin şekilde
idrak edilmesi ama gözle görülememesi, Allah ın öz varlığının bu
dünyadaki duyu organlarıyla kesin şekilde hissedilememesidir.
çünkü Allah ın öz varlığını yani bizzat kendisini görseydik gene
robottan bir farkımız kalmaz irademiz olsa bile mecburen Allah a inanır
Ona yönelirdik.o nedenle Allah dünyayı yaratmış insanı dünyaya göndermiş
bize kendisini göstermemiş ama müthiş sanatlı nimetleriyle
yarattıklarıyla ve gönderdiği peygamberlerle varlığını kesin şekilde ispatlamıştır.
İşte insan Allah ın dünya adlı bu müzesinde Allah ın verdiği düşünme
özelliği vasıtasıyla Allah ı tanıyacak sevecek Ona itaat edip emirleri
doğrultusunda hayatına yön verecek Onun emirleri doğrultusunda bu dünya
imtihanlarını aşacaktır.
Allah dünyayı imtihan yeri
kılmıştır çünkü iradeli bir varlık olan insanın Allah a ne derece
yönelip yönelmediği imtihanlarla belli olacaktır.herkes
kendisinin iyi ve inançlı olduğunu söyleyebilir ama bunun anlaşılması
için bu kişinin başına gelecek her türlü olayda iyi olması iyi davranış
sergilemiş olması yani söylediği şeyi gerçekten yapmış olması
gerekmektedir.yoksa lafla
peynir gemisi yürümez lafta herkes iyidir.o nedenle nasıl biri olduğu
anlaşılsın diye insan imtihanlara tabi tutulmuştur.
sonuç olarak irade varsa imtihan gereklidir.Allah herkesi kaldırabileceği
şiddette imtihan etmiştir.eğer insan başına gelen imtihanlarda Allah a
tevekkül eder ve bu imtihanlara Allah ın emirleri doğrultusunda yanıt
verirse dünya imtihanını geçecek ve bu bağlılığıyla Allah ın rızasını
kazanacak kendiside sonuçta Allah tan razı olacaktır.insan bu sınavın sonunda eğitilmiş, ruhunu olgunlaştırmış çalışarak kazanmış olarak çıkacaktır.
bu dünya hayatının genel amacı, insanın ruhunu olgunlaştırmasıdır.işte insan İradesiyle doğru olana yönelmiş nefsine tapmamış Allah a tapmış bu sayede ruhunu olgunlaştırmış, benliğini kazanmış olacaktır.nefsini eğitmiş ebedi olan ruhunu Allah a bağlılığıyla olgunlaştırmış yani hayatın amacını gerçekleştirmiş adam gibi adam olmuş gerçek insan yüce ruh olmuştur.
tüm bunları gönülden yöneldiği Allah ın rızası için Allah a inanıp Onun
sevgisi ve korkusuyla Allah a itaat ettiği için yaptığından tüm
hayatını ibadet ederek geçirmiş olacak ve sonuçta hem Allah ın
istediğini gerçekleştirmiş hem de fıtratı için en doğru olanı yaparak yaratılış amacını gerçekleştirmiş olacaktır.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 8: İnsanları eşcinsel olarak yaratan Tanrının daha sonra (bunu
bilmesine rağmen) insanlara kızması, şaşırması, onları uyarması ve
onları yok etmesi ne kadar mantıklıdır?
Cevap 8 - Eşcinsellik
doğuştan gelen bir rahatsızlık değildir,adam 30 yaşına kadar erkek gibi
yaşar sonrasında travesti olur,bu hiç mi yaşanmadı?eğer doğuştan gelen
bir genetik rahatsızlıksa neden o kişi 11 yaşlarında eşcinsel eğilim
göstermektense 30 yaşında eşcinsel eğilim göstermeye başlıyor?
İnsanlar eşcinsel olarak yaratılmaz.. Eşcinsel diye bir insan türü
yoktur .. İnsan ya kadındır, ya erkektir. Eşcinsel olmak insanın kendi
irade ile seçtiği bir tercihtir? Allah kadını yada erkeği yaratır.
Eşcinsel olmak seçimlik bir durumdur. Hani derler ya " cinsel tercih"
Yaradılışa müdahele büyük günahlardandır,kız
olarakdoğan erkek olamaz,erkek olarak doğan kız olamaz,Allah kime hangi
cinsiyetin yakışacağını yarattığı kullardan daha iyi bilir.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 9: Ego bir tanrıya yakışır bir özellik midir? Egoist bir tanrı ne derece tapınılmayı hak eder?
Cevap 9 - “Egoist” demek, sadece kendini düşünen, kendi menfaatini ön planda tutan, yalnız kendini nazara veren demektir.
Oysa Allah’ın bu kadar nimetleri insanlar için hazırlaması, yeryüzünü
bin bir çeşit nimetlerle donatılmış bir sofra halinde sergilemesi, onun
kullarına, yaratıklarına, sanatına ne kadar değer verdiğini ve sonsuz
rahmetini göstermektedir.
- Allah kendini Samed (ihlas suresi,
2) olarak nitelemiştir. Samed demek, her şeyin kendisine muhtaç olduğu,
fakat kendisinin hiç bir şeye muhtaç olmadığı varlık demektir. Hiç bir
şeye muhtaç olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu ve kendisinin
bütün bu muhtaçların ihtiyaçlarını fiilen yerine getirdiği gözle görülen
yüceler yücesi Allah hakkında “egoist” demek, vicdan ve insaf
ölçülerinden fersah fersah uzaklaşmak anlamına gelir.
Bu konuda yüzlerce ayetten sadece aşağıdaki ayeti ön yargısız okumanızı tavsiye ederiz:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin
değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin
süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı
yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların
yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır
bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın
varlığına ve birliğine nice deliller vardır.” (Bakara, 2/164)
- Allah’a -haşa- “egoist” diyen insanların varlığı bile, Kur’an’ın
defalarca Allah’ın kudretini vurgulamasının ne kadar doğru ve isabetli
olduğunun en açık göstergesidir. Bu gün binlerce insan hala Allah’ın
varlığında, sonsuz ilim ve kudretinde tereddüt gösteriyorsa, Kur’an’daki
bu konuların tekrar tekrar vurgulanmasının ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.
- Allah hiç şüphesiz hiç kimsenin ne övgüsünden ne de yergisinden
etkilenir. Ancak, o sonsuz rahmetiyle kullarının edepli olmalarını,
insan gibi insan olmalarını ve cennet için ortaya koyduğu kriterlere
uygun bir performans göstermelerini istediği için, defalarca insanları
uyarıyor, kendi isimlerinin tecellilerine dikkat çekiyor.
Mesela -ayet manalarının özetiyle- diyor ki, bakın: bu kâinatı yaratmak
sonsuz ilim ve kudreti gerektirir. Madem kâinat var, öyleyse sonsuz ilim
ve kudret sahibi Allah da vardır. Öyleyse, bu kâinatın tesadüf oyuncağı
olarak ortaya çıktığını düşünerek hem size verdiğim aklınıza hakaret
etmiş, hem de Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini görmeyen bir körlüğe
düşmüş olursunuz. Çünkü;
Çok iyi biliyor ve görüyorsunuz ki, bir tek harf yazarsız olmaz, bir iğne bile ustasız olmaz, bir köy bile muhtarsız/idarecisiz
olmaz.. Mesele bu kadar açık iken, nasıl olur da -örneğin- yüz trilyon
hücreden meydana gelen insan gibi harika bir kitabı yazarsız
düşünebiliyorsunuz..!
Nasıl olur da -mesela- kâinat çapında görülen harika sanat tablolarını ustasız olduğu ihtimaline kapılabiliyorsunuz..!
Ve nasıl olurda -örneğin- milyarlar seneden beri hiç bir trafik
kazasına meydan vermeden hareket eden, güneş sistemin -güneşiyle, ayı
ile, yerküresiyle, atmosferiyle- yüzlerce hikmetli ve gayeli işleri
başarmak için gösterdiği bu harika görev aşkını, ödev performansını
tesadüfe verebiliyorsunuz..!
- Madem -bu saydığımız- ilmi gerçeklerin tanıklığıyla, bu kâinatın/evrenin
şahadetiyle Allah’ın sonsuz ilim ve kudreti vardır, öyleyse aynı
kudretle sizi tekrar diriltip hesaba çekeceğinden asla şüphe etmeyin.
Sonra size yazık olur, bu cehaletinizin cezasını ağır ödeyeceksiniz.
- Şimdi bu kadar önemli bir konuda bu uyarıları tekrar etmeyi Allah’ın
kullarına olan sonsuz merhametini düşünmeyip, “egoistlik” olarak
değerlendirmenin elbette bir hesabı olacaktır.
- İlginçtir, Kur’an’da sözlü olarak tekrar edilen aynı sonsuz rahmetin
ontolojik olarak yapılan tekrarlarına kimse itiraz etmiyor. Örneğin
kimse kalkıp da:
“Niçin her gün güneş tekrar edip doğuyor..
Niçin her gün çeşitli nimetler bize ikram ediliyor..
Niçin bizim akciğerlerimiz atmosferdeki oksijen tüpüne bağlanmış her saniye tekrar tekrar nefes almamızı sağlıyor..
Niçin günde bir kaç kez bize su içiriliyor, yemek yediriliyor..
Her gece neden uyutuluyoruz, ardından her sabah tekrar tekrar diriltiliyoruz.. “
diye itiraz etmiyor..
Çünkü bütün bunlar kudreti, hikmeti ve rahmeti sonsuz olan Allah’ın
kullarına yaptığı iyilikler olduğunu, bunlar olmadan yaşamanın mümkün
olmadığını biliyor da ondan itiraz etmiyor..
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 10: Böyle bir durumda tanrının sonsuz adalet ve merhametinden
bahsedilebilir mi? Böyle bir tanrıya inanmak ne kadar doğru olur?
Cevap 10-Evvela, cehennemin yedi tabakadan oluşup hafiften şiddetlisine
doğru sıralanması, cehennem ehlinin amellerinin de değerlendirilmeye tabi tutulduğunu gösterir.
İkincisi, Allah’ın sonsuz adaleti bütün cehennem ehlinin eşit bir
şekilde yanmasına müsaade etmez. Zira cehennemde ebedi kalacaklar içinde
insanlığa büyük hizmetleri ve iyilikleri dokunmuş kimseler olduğu gibi
insanlığa büyük zulüm ve haksızlıklar yapanlar da olmuştur; ikisinin
müsavi tutulması sonsuz adalet ile bağdaşmaz.
Üçüncüsü, cehennemde ateşin cehennemliklere
ülfet etmesi, Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkatinin bir gereğidir.
Yoksa onların amelinin bir neticesi ya da mukabili değildir.
Dördüncüsü, amellerin kabul edilmemesi ayrı bir şey, değerlendirmeye
tabi tutulması ayrı bir şeydir. Allah elbette kafirlerin amellerinden
razı değildir, ama bu onların amellerinin karşılığının verilmesine bir
engel değildir.
Nitekim dünyada kafirler fıtri şeriata
uymalarının mükafatını peşinen bu dünyada alıyorlar. Allah dürüst ve
çalışkan bir Hristiyan tüccarına bu dünyada nasıl mal ve servet veriyor
ise, ahirette de oraya münasip bir ceza indirimi yapabilir. Bu ne ayet
ile çelişir ne da akıl ile.
Beşincisi, tefsir ilminde
hadisler ayetin mutlak ve umumi manasını takyit edebilir. Bakara
suresinde geçen "azabın hafifletilmeyeceği" manası hadislerle sınırlandırılmış olabileceği anlaşılıyor. Mesela;
Resulullah (s.a.v.)’ın yanında amcası Ebu Talib anıldı da:
"Kıyamet gününde şefaatimin amcama fayda vereceğini umarım. Şefaatimle
amcam, topuklarına ulaşabilen ateşten bir çukura konulur da, o çukurda
dimağının aslı kaynar." buyurdu. Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.):
"Ey Allah’ın Elçisi! Amcam Ebu Talib’e herhangi bir şeyle yarar
sağladın mı? Çünkü o, daima seni korur ve senin için düşmanlarına karşı
öfkelenirdi." dedi. Resulullah (s.a.v.):
“Evet, o şimdi dibi
topuklarına kadar olan ateşten bir çukur içindedir. Ben olmasaydım,
muhakkak cehennemin en derin çukurunda olacaktı.” buyurdu.(1)
Bu hadis azabın hafifleyebileceğine işaret ediyor.
Altıncısı, Üstad Hazretleri azap hafifletilir demiyor, yanan kişi azaba
alışır, ülfet eder diyor, bu da ayetin manasına zıt olmaz. Ülfet bir
şeye alışmak demek; nasıl bir musibetin ilk anı ile sonraki anları azap
noktasından farklıdır.
İlk an en zor ve çetin andır, sonraki
anlar ise vücudun intibakı ile azabın ilk anki şiddeti hafifliyor,
burada hafifleyen azap değil azabın verdiği acıdır. Soğuk bir ortama
girince ilk anda şiddetli üşürsün, sonra vücut ülfet etmeye başlayınca o
ilk şiddetli soğuktan gelen üşüme gider; burada o soğuk ortamda bir
değişme ve hafifleme yoktur, değişen ve alışan senin bedenindir.
Ayette "azabın derecesi hafiflemez" diyor, yoksa ülfet ile azaba intibak ederek acının ilk şiddeti gidemez demiyor.
Yedincisi, cehennemde azaba ülfet edemeyecek büyük kafirlerin var
olduğuna dair hadis ve ayetlerde vardır. Mesela gayye kuyusu var ki,
cehennem bile onun şiddetinden Allah’a sığındığına dair hadisler var.
Bakara ve Nebe surelerinde geçen ayetlerin onlara bakması da
muhtemeldir. Ehl-i kitap ile müşrikleri Kur'an aynı kefeye koymuyor; o
zaman cehennemde de aralarında bir fark olması gereklidir. Yani hafif
azap, şiddetli azap manası olabilir.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 11: Eğer farklı bir ülkede farklı bir dine mensup olarak doğmuş
olsaydınız tekrar müslüman olur muydunuz? Yoksa müslümanlar da dahil
diğer dinden insanların yanacağını mı düşünürdünüz? Eğer cevabınız
"Sorgular müslüman olurdum" ise diğer dindeki insanlar da neden aynı
cevabı veriyor düşündünüz mü? Yoksa hala dinin büyük oranda coğrafya ve
aile etkenli olduğunu anlayamadınız mı?
Cevap -11- Buluğ çağına girene kadar öğretileni öğrenirsin,sonrasında aklını kullanıp kendin öğrenirsin,eğer ben genç yaşıma kadar Müslüman değilde Yahudi olarak yetiştirilseydim,ne
bileyim İsrailde doğup büyüseydim yetişkin olunca sorgular yine İslamı
bulurdum,buna örnek yüzlerce ünlü ünsüz insan var,doğduğun yerin dini
ile büyürsün sonra sorgularsın inanırsın yada inanmazsın yada başka bir
dine inanırsın,bu kişinin kendi iç hesaplaşmasıdır.Ayrıca
dinin coğrafya ve aile etkenli olması dinin yalan olduğuna kanıt
sayılamaz,her insan zaten çocuğunu kendi dininde yetiştirir,İslamiyetde de bu emredilmiştir.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 12: Bu yaratılış mitine mi inanmak mantıklıdır yoksa henüz
kromozomun, genetiğin bilinmediği bir dönemde cinsiyetlerle ilgili henüz
olgun bir fikir yokken insanların nasıl yaratıldığını merak eden bir
takım insanın bunu uydurmuş olması ve nesillerdir günümüze geldiğini
düşünmek mi mantıkldır?
Cevap 12 - Allah önce Ademi sonrasında
Havvayı yaratmıştır,bu geçişte kromozom sayısı değişmeseydi evet Havva
da erkek olacaktı ama değiştiğine göre Havva kadın oldu.
Kromozom meselesine gelince bu zaten Allah'ın kurduğu bir sistem değilmi
, eğer bir Tanrı'ya inanıyorsan Tanrı'nın kromozomu değiştirebileceğine neden inanmıyorsun ki. Sence bu (tanrının kromozom sayısını değiştiremeyeceği) saçma değil mi ?
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 13: Allah başka bir çift de yaratıp insanları kardeş kardeşe ilişkiye zorlamayabilirken
neden bu yolu seçmiştir? Buna inanmak mantıklı mıdır? Yoksa bu tür
detayları düşünmeden insanların bu hikayeyi uydurduğu fikri mi daha
doğru olacaktır?
Cevap 13 - İnsanlar Hz. Âdem’le Hz. Havva’dan doğarak çoğalmışlardır.
Havva anamız hep ikiz doğum yapıyordu. Bunlardan birisi erkek, diğeri
de kızdı. Hz. Âdem, aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra
doğan ikizlerle evlendiriyordu.
Habil’le beraber doğan kız çırkın, Kabil’le birlikte doğan kız ise
güzeldi. Bu durumda Hz. Âdem, Habil’in, Kabil’le beraber doğan kızla,
Kabil’in de Habil’le beraber doğan kızla evlenmesini istedi. Fakat Kabil
buna razı olmadı, kendisiyle doğan güzel kızı Habil’e vermek
istemeyerek kendisi almak istedi.
Hz. Âdem buna müsaade etmedi
ve meseleyi Allah’a havale etti. Cenab-ı Haktan gelen emir üzerine her
ikisinin de Allah’a birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı
kabul edilirse Kabil’in bacısının ona ait olacağını söyledi. Bunun
üzerine Kabil bir demet buğday, Habil de bir koyunu kurban olarak takdim
etti.
Gökten inen bir ateş Habil’in kurbanını aldı,
Kabil’inki olduğu yerde kaldı. Bu durumda Habil haklı çıkmış ve kızı
almaya hak kazanmıştı Fakat Kabil iyice çileden çıkmıştı.
Bu hâdise Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Onlara Âdem’in iki oğluna dair haberi hak ile oku. Onlar birer kurban
takdim ettiklerinde, birisinin kurbanı kabul olunmuş, diğeri kabul
olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan diğerine, ‘Ben seni öldüreceğim’
dedi. O da, ‘Allah ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder’ diye
cevap verdi.
“Habil şöyle devam etti: ‘Eğer sen öldürmek için
elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim.
Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Dilerim ki, sen benim
günahımı yüklenesin de, Cehennem ateşinin ehlinden olasın. Bu da
zalimlerin cezasıdır.’’
“Sonra nefsi, kardeşini öldürmeyi ona
kolay ve hoş gösterdi; o da kardeşini öldürüp hüsrana uğrayanlardan
oldu. Sonra Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için,
ona, yeri eşeleyen bir kargayı gönderdi. Kabil, ‘Yazıklar olsun bana!’
dedi. ‘Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtemedim!’ Artık o
yaptığına pişmanlık duyanlardan olmuştu.”Mâide Sûresi, 27-31
Hz. Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmelerinin dindeki yerine
gelince; Hz. Âdem’den Peygamber Efendimize gelinceye kadar bütün
peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Dinin temeli olan îman
esasları hep aynı kalmıştır.
Fakat şeriat dediğimiz, ibadet ve
dünyaya ait işlerde Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar her devrin
icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek
gelmiştir. Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini
gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir. Mâide Sûresinin 48.
âyetinde bu hususta, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir
yol tayin ettik” buyurulur.
Bediüzzaman da bu meseleyi
şöyle izah eder: “Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda
kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir.
Hâtemü’l-Enbiya
’dan
(a.s.m.) sonra şeriat-ı kübrası (büyük şeriatı) her asırda, her kavme
kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.”
Meselâ, Yahudiler ancak havralarda, sinagoglarda, Hıristiyanlar sadece kiliselerde ibadet edebilirlerken,
biz Müslümanlar her yerde namaz kılabiliyoruz. Yine sığır ve koyun gibi
hayvanların iç yağları Hz. Musa’nın şeriatında haramken, bizim
dinimizde helâldir.
Hz. Âdem ise ilk insan ve ilk peygamberdir.
Allah ona da bir din ve bir şeriat göndermiş ve öğretmişti. O da
Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde hareket ediyordu. Cenab-ı Hak, Hz.
Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmesini de bir zaruretten dolayı
helâl kılmıştı.
Çünkü insan neslinin artması gerekiyordu.
Başka insan da olmadığına göre, bir zaruret olarak kardeşlerin
birbirleriyle evlenmesi gerekiyordu. Bu âdet bir süre devam etti, fakat
insanlar çoğalınca böyle bir evliliğe ihtiyaç ve zaruret kalmadı ve bu
tatbikat da kalkmış oldu.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Soru 14:
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse o güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse o iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?
Cevap 14 - Buna kötülük neden var? diyelim.
Bu soruyu ateistlerden duyarım. Genel anlamda adamın biri ateist
olmuşsa, "Şu inanç yükünden kurtulayım da, istediğim gibi kötülük
yapayım" diye düşündüğü için olmamıştır.
Düşünmüş, gerçeklikle boğuşmuş, aklı ve mantığı böyle gösterdiği için ateist olmaya karar vermiştir.Ateis
t dediğin kişi bayağı uzun uzun kafa yormuş olabilir bu konularda.
Tamam, ateist olun. Sana saygım var. Ateist olmak için (kendince) pek
çok kabul edilebilir sebep bulmuş olabilirsin. Ama “dünyada bu kadar
kötülük bu kadar haksızlık var, tecavüzler, cinayetler, savaşlar,
yıkımlar var. Tanrı varsa neden bunları engellemiyor? Hani tanrı
iyiydi?” mantığıyla ateist olmayın.
Komik oluyorsunuz.
Şimdi bu konuya biraz açıklık getirelim:
http://www.haberturk.com/dunya/haber/757226-ac-kalan-cocugu-kopek-emzirdi
Aç kalan çocuğu köpek emzirdi
Hindistan'ın doğusundaki Jharkhand Eyaleti’nin yoksul mahallelerinden
birinde yaşayan 6 yaşındaki Chotu Kumar, açlığını bir sokak köpeğinden süt emerek gideriyor.
Babası 4 yıl önce öldüğünden beri annesi, anneannesi ve 2 erkek
kardeşiyle birlikte geçim sıkıntısı çeken Chotu Kumar, “Köpek bana
yavrularından biriymişim gibi davranıyor” diye konuştu.
Geçen yaz ise gazetede şöyle bir şeyle karşılaşıyorum:
http://dunya.milliyet.com.tr/bebegini-canli-canli-gomdu/dunya/dunyadetay/16.07.2012/1567717/default.htm
Bebeğini canlı canlı gömdü
Geçtiğimiz hafta Salı günü Pakistan’da dünyaya gelen bebek, babası Chand Khan tarafından ‘çirkin’ olduğu gerekçesiyle gömüldü.
Akrabalarına bebeğin ölü doğduğunu söyleyen adam, bir de sahte cenaze
töreni düzenledi. Bebeği mezarlığa götürürken görülen baba, akrabaları
tarafından ihbar edildi.
Ne gaddarca,ne kadar insanlık dışı…
Bir köpek aç bir çocuğu yavrusunu besler gibi beslerken, babanın çirkin
olduğu gerekçesiyle kendi çocuğunu diri diri gömmesi…
İnsanların çoğu hastalıklı.
Bu iki haberi görmek “kötülük” üzerine beyin fırtınası yapma ve bir şeyler karalama ihtiyacı hissettirdi bana.
Kötülük problemi denen şey nedir, öncelikle kısaca ona bakalım:
David Hume Din Üstüne Diyaloglar adlı eserinde Philo’nun ağzıyla şöyle özetlemiştir problemi:
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse O güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse O iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?
Bir başka deyişle soru(n) şudur “Tanrı var ise neden kötülük var?”
Bunu sorgulamadan evvel, dünyada var olan ve sorunu tartışanlarca “kötülük” olarak kategorize edilen kavramlara bir bakalım:
Evrendeki kötülüğü üç farklı türde kategorize edebiliriz.
1) Ahlaki (moral) kötülük
2) Natürel kötülük
3) Metafizik kötülük. (Tüm filozoflar bunu dâhil etmez, Leibniz’in teorisidir.)
Ahlaki kötülük ne midir? İşte tam olarak yukarıda paylaştığım iki
haberde olan durumdur. İnsanların çocuğu köpeğe muhtaç bırakmaları ve
babanın dünya güzeli bebeğe yaptığı zulüm. Tabi liste tecavüzleri,
ensest olaylarını, cinayetleri, hırsızlıkları vs. eklersek uzar da uzar.
Natürel kötülüğe ise kısaca örnek olarak sellerin, depremlerin, yani doğa olaylarının neden olduğu ıstırapları gösterebiliriz.
Çok üzerinde durma gereği duymadığım metafizik kötülük ise bunu ileri
süren Leibniz’e göre insanın yetkin olmayışı, eksik bir varlık oluşudur.
(Örneğin ölümlü, sonlu oluşu vs.) Ki bence yukarıdaki ahlaksız
davranışları sergileyen insanlarla dolu bir dünyada insanın ölümlü-sonlu
oluşu değil, olmayışı asıl kötü olan olurdu.
Önce "İyilik -kötülük nedir?" sorusu üzerine biraz beyin fırtınası yapalım..
Şahsi fikrim odur ki iyilik dediğimiz şey aslında pek çok zaman
göreceli bir kavramdır. Adam öldürmenin iyi olmadığını yani kötü
olduğunu hemen herkes bilir diyebilirsiniz,
ki toplumsal ve hukuki yaptırımların insanlara bunu aşıladığı bir
ortamda bunu demek oldukça kolaydır, peki acaba her hal ve şartta
çoğunluk tarafından böylesi net kabul görür müydü bu, işte bunu
sorgulamak lazım...
Hayatın amacını işin içine bir yaratıcı
katmadan, salt evrim teorisiyle açıklayan ve bunun doğal bir sonucu
olarak yaşamı hayatta kalma mücadelesi (doğal seleksiyon- survival of
the fittest) olarak anlamlandıran bir ateist açlık-tokluk mücadelesi
verdiği bir ortamda nasıl davranır acaba?
Yahut hırsızlık çok
kötü bir şey diyebilirsiniz ama dolmuş şoförünün yanlışlıkla fazla
verdiği para üstünü fark etmesine rağmen hiç ses etmeden cebe atanlar
"hırsızlık aman ne iyi birş ey" diyen insanlar mı? Veya tarihi bir
kişiliği ya da bir diktatörü çok sayıda cana kıydığı için eleştiren
Mehmet, kendi karısı ve çocuklarını öldüresiye dövüyor olabilir mi kimi
zaman?
İşte bu yüzden insanların azı değil, pek çoğu hastalıklı.
Ellerine imkan ve kudret geçtiğinde o çok eleştirdikleri,
kötü diye yaftaladıkları şeyleri aslında yapabilecek oldukları için.
Aslında pek çok zaman diktatör, hırsız, sapık, zalim, cani denen
insanlarla aralarındaki fark sadece kudret ve olanaklar olduğu için.
Herneyse... İyilik ve görecelilik konusuna dönecek olursak, mesela Bush
da Irak'ı işgal ederken, Hitler de soykırım yaparken kendince gayet iyi
niyetli olabilir. Bu bağlamda "gerçek" iyilik aslında daha az görece
olan bir kavrama işaret etmelidir.
Bu kavram da "adalet"tir...
Örneğin bir insan annesine "iyilik" yapmak için bir duruşmada yalancı
şahitlik yapabilir. Ama bunu yapan insan "gerçekten iyi" yani "adil"
birisi olmaz. Adalet iyiliğe göre içi daha dolu, çok daha az görece bir
kavramdır.
Velhasıl, bu durumda insanların yaptıkları
kötülükler aslında bir nevi adil olmama , adaletten, doğrudan sapma
durumudur diyip bunu burada noktalayabiliri
z.
Asıl konumuz olan kötülük problemine geri dönecek olursak...
Ahlaki kötülük hakkında söylenebilecek en belirgin şey insanın özgür irade sahibi bir varlık olmasıdır.
Pakistan'daki adam bebeğini diri diri gömmeyebilirdi.
Hindistan'da çocuğu gören biri çocuğa bir tabak sıcak yemek verebilir, ona yanında kalabileceği bir aile ayarlayabilirdi
.
Afrika'da çocuklar açlıktan ölmeyebilirdi.
Peki tüm bunlar teistik bir Tanrı'nın sorunu mudur? Yani bu yarattığı
kullara hayat kullanım kılavuzu, uyulması gereken ahlaki ilkeler, vahiy,
kitap, peygamber vs. yollayan bir yaratıcının sorunu mudur?
Hayır.
Dünyadaki gıda reservleri israf edildiğinde bile herkese fazla fazla
yetecek kadarken, Chotu Kumar'ı köpeğin beslemesi senin, benim, bizlerin
sorunudur, ayıbıdır. Dünyada yeterince yiyecek var. Hepimize yetecek
kadar. Hatta bir Müslüman “zekât” konusunu işin içine katar ve İslam’ın
bu noktada insanlar paylaşmaya yanaştırdığına dem vurur.
Ahlaki kötülüklerin hiçbirisi yeterince imkân sunan, özgür irade veren
bir tanrının suçu olamaz. Biz paylaşmadık. Bir vermedik. Biz açgözlülük
ettik. Biz duyarsızdık. Petrol için, menfaat için de savaşan bizdik.
Bugün Afrika’yı sömüren de biziz. O acı dolu fotoğraflara bakıp
sömürgeci devletlere küfretmelisiniz
, tanrıya değil.
Sadece Fransa’nın yaptıklarına şöyle bir bakın. Şöyle biraz araştırma
yapın. Oradaki insanlara yıllarca neler yapmışlar, ellerinden neleri
almışlar bir bakın. Afrika neden bu kadar yoksul? Doğal kaynaklarına,
elmas, bor ve uranyumlarına el koyup, sonrada halkına eziyet eden, aç
bırakan şu sömürgecilere bakın. İngilteresi, Amerikası, Rusyası,
Almanyası, İtalyası vs vs.
sonrasında zaten Dünyada neden bu kadar kötülük var sorusunun cevabını belki bulabilirsiniz.
..
Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın..
Youtube Kanalım >>> Eyüp Ertaş