Kıyamet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıyamet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Aralık 2014 Perşembe

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

Bu yazımızda, İngiliz edebiyat profesörü J.R.R Tolkien tarafından 1954 yılında piyasaya sürülen; yazımı 17 yıl süren üç ciltlik kitap "Yüzüklerin Efendisi Masalı"nı ve içindeki "şeytani kavramları"analiz etmeye çalışacağız..

 

 

50 küsur yıl önce, Tolkien'e yazdırılmış olan hikâye, içerdiği "kavramlar" açısından ele alındığında; Allah'a, meleklere, Süleyman'a, atılan iftiralar; Süleymanın mührü-yüzüğü, Deccal, Ye'cuc – Me'cuc, kıyamet savaşı, medyumluk – büyücülük, cin–şeytanlar ve karanlık-ışık dualitesi gibi birçok kavramlar içermektedir.

KİTABIN ETKİSİ


1954 yılında piyasaya çıkışından itibaren sadece İngiltere'de, 1968 yılına kadar 38 kere baskı yapması, bu "şeytani kavramlar"la dolu kitaba olan ilginin, o yıllardan itibaren yüksek olduğunu gösteriyor. Bu güne kadar 40 dile çevrilen kitabın, 100 milyon kişi tarafından okunduğu tahmin ediliyor.


Kitap, 60'lı yılların öğrenci hareketleri çerçevesinde öyle bir etki uyandırmış ki; kampüslerde "Frodo yaşıyor" ya da "Cumhurbaşkanı adayımız Gandalf" gibi rozetler görülüyor. Ayrıca ünlü rock şarkıcısı Sting, adını Frodo'nun kılıcından, ünlü New Age müzik topluluğu Shadowfax(Gölge yele) ise adını Gandalf'ın atından almıştır.




 Oxford'ta bir edebiyat profesörü olan Tolkien, "Silmarillion", "Yüzüklerin Efendisi" ve "Hobbit" gibi daha birçok kitabın yazarıdır. Bu kitapları yazmış mı, yazdırılmış mı? Bakın "silmarillion" masalı hakkında yazar ne diyor:  

"Hayatımda, 'Silmarillion' kitabında anlattığım hikâyeyi düşünmediğim bir an bile yok"

Acaba Tolkien'i hayallendiren kim? Bu kavramları, karmaşık olayları ve antik çağlara ait verileri, Tolkien nereden biliyor? Yaratılış ve sonrasındaki tarihe dair bir çok gerçekleri bilmesini sağlayan ve bunları kasıtlı bir şekilde çarpıtmasını fısıldayan kim? "Ben sadece kırmızı kitabı tercüme ettim" diyor. Şayet filme kendinizi kaptırmamış; o hayal alemine dışarıdan bakabilecek durumdaysanız; parçaları birleştirince siz de fark edebilirsiniz ki; tüm bunlar, Tolkien'in hayal ürünü olamaz. Aksine ona ilham edilerek yazdırılmış kitaplar, belli bir amaca hizmet etmektedir.




ŞEYTANLAR KİME VAHYEDER?

Sonsuz Yüce olan Allah, insanlığa en son vahyi olan Kur'an'da bizi şöyle uyarıyor:

Böylece, Biz her bir nebi için insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onların bazısı bazısına aldatıcı güzel sözlerle vahyeder(konuşur). Şayet senin Rabb'in dilemeseydi, bunu yapamazlardı. Onları, iftiralarıyla başbaşa bırak.
[EN'AM(6)/112]

Üzerine Allah'ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin. Muhakkak o fısktır. Şüphesiz şeytanlar, sizinle mücadele etsinler diye dostlarına vahyeder. Şayet siz onlara itaat ederseniz, muhakkak sizler de müşrikler olursunuz.
[EN'AM(6)/121]


Şeytanların, kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?
"Her günahkar-iftiracının" üzerine iner.
Onlar (şeytanlara) kulak verirler ve bunların çoğu yalancıdırlar.
[ŞUARA(26)/221-223]

Aşağıda inceleyeceğimiz "Silmarillion" kitabında da görüyoruz ki, bu yazılanlar; Tolkien'in bilmesi mümkün olmayan "kadim gerçekler"in çarpıtılması ve yalanlarla süslenmesiyle ortaya çıkmıştır. Kadim çağlarda gerçekleşmiş bu olayları bilen ve amaçları doğrultusunda çarpıtan, insanlığın düşmanı"antik baykuş" İblis'tir.

Bu kitaplar, "şeytanca bir dil"de yazılmış ve kavramlar ters düz edilmiştir. "Hak ve Batıl savaşı"nın batıl tarafı olan İblis, bu filmde, batıl mücadelesinin birçokşifrelerini saklamış ve insanlığı da saptıracak tuzaklar kurmuştur.

Bilinçsiz bir izleyicinin ve okurun, bu tuzakları fark etmesi mümkün değildir. Biz bu yazımızda, bu "film ve kitaplardaki şeytani planları" deşifre ederek; İblis'in ve sırtını ona dayayan "Küresel Güçler"in gerçek yüzünü ortaya koymaya çalışacağız.

YÖNETMEN VE FİLMLERİ

Üç kitaptan oluşan bu hikâye, kutsal bir metin gibi özen gösterilerek, birebir uyarlama ile ünlü yönetmenPeter Jackson tarafından 2001, 2002 ve 2003 yıllarında; 285 milyon dolarlık bir bütçe ile 8 yıl süren bir çalışmanın sonucu, üç ayrı sinema filmi halinde izleyiciye sunulmuştur. Film 11 dalda Oskar ödülü aldı. Dünya genelinde sinemada 500 milyonun üzerinde kişi tarafından izlendi. Yönetmen Peter Jackson aynı zamanda; "Sevimli Hayaletler", bir uzaylı hikâyesinin anlatıldığı "9. Bölge" ile 2011, 2012'de vizyona giren "Hobbit 1" ve "Hobbit 2" filmlerinin yapımcısı ve yönetmenidir.
Ve 2014'de de "Hobbit 3" vizyona giryor





İblis'in temel yöntemi olan "gerçekleri ters düz etmek" ve "süslü hayaller üretmek" sanatı, sözünü ettiğimiz filmde başarıyla kullanılmıştır. Filmde bahsi geçen birçok efsanevi "kahraman,karakterler ve semboller", "İblis'in kadim planı"na uygun biçimde dizayn edilmiş ve izleyiciye yutturulmaya çalışılmıştır.

İşte biz bu analizimizde, filmdeki "şifreli mesajlar"ı deşifre edeceğiz ve kısmen açık olan mesajların da, gerçek anlamlarını ve yorumlarını ortaya koyacağız. Bu sebepledir ki önce "Yüzüklerin Efendisi" masalının başlangıcını anlatan ve "şifre kavramlar" içeren aynı yazara ait "Silmarillion" adlı kitaba bir göz atacağız:




YÜZÜKLERİN EFENDİSİ FİLMİ"NİN REFERANSI": "SILMARILLION KİTABI"

"Silmarillion", Tolkien'e ölünceye kadar muhtemelen İblis tarafından fısıldanarak yazdırılan ve ölümünden sonra oğlu tarafından el yazması notlarından toparlanarak yayınlanan bir kitaptır. Bu kitap,Yüzüklerin Efendisi hikâyesinin çok öncelerine giderek;

meleklerin ve evrenin yaratılmasıyla başlayıp;İblis'in, Allah'a olan isyanını, Dünya'ya sürgün edilmesi ile devam eden süreci ve cinlerin Dünya üzerindeki tarihini, "yalan ve saptırmalarla süsleyerek" anlatmaktadır. Silmarillion kelimesi, kitapta "elfler"in(cinlerin) atası "Feanor" tarafından ak ağaçtan yapılan ve hesapta "Sauron" adlı bir melek tarafından çalınmış olan 3 yüzüğe verilen isimdir.






Kitabın önemli kısımlarına, aşağıdaki birkaç paragrafla kısaca göz atacağız. İblis tarafından ters düz edilmiş kavramlarla dolu olan bu metnin, ne ifade ettiğinin anlaşılması için, biz bu şifresel kavramlarla kastedilen ve bizim tarafımızdan ifade edilen anlamlarını parantez içinde vermekteyiz. Dolayısıyla, parantez içerisinde verilen anlamlar, orijinal metinde yer almamaktadır:

"SİLMARİLLİON"DAN BİR ÖZET

"Önce Eru (Allah-Tanrı) vardı, Tek olan (Tanrı); Arda'da(Arz-Dünya'da) Illúvatar(Allah-Tanrı) diye isimlendirilirdi ve ilk önce düşüncesinden doğurduğu Ainur'u(Mela-i Ala – Başmelekleri); (yani) Kutsal Olanlar'ı yarattı ve onlar, hiçbir şey yaratılmadan önce onunlaydılar.

Sonra Ainur(Mela-i Ala-Başmelekler) ile birlikte Büyük Müzik'i üretmiştir. Ardından, Ainur'a(Mela-i Ala'ya), müzikteki evreni inşa etmelerini emretmiştir. Fakat müziğin normal seyrine aykırı davranan Melkor(İblis),Illúvatar'ın(Tanrı'nın) istediği evrenin inşası sırasında da, aynen müzik icra edilirken yaptığı gibi isyanetmiş ve yanına daha az güçlü olan başka yaratıklardan(cinlerden) de toplamıştır.

J. R. R. Tolkien'in, hayali evreni, Orta Dünya'nın(Orta Doğu'nun) başlangıcını anlattığı eseri Ainulindalë'de;

kainata verilen isim Eä'dır. Arda(Arz) ise, bu evrende Dünya'ya, Elfler(cin-şeytanlar) tarafından verilen isimdir. Arda(Arz), Eä'nın(evren) tam ortasında yer almaktadır.





(…) "Illuvatar'ın(Tanrı'nın) aklında, Manwe (Mikail), Melkor'un(İblis'in) kardeşiydi.Illuvatar'ın(Tanrı'nın), Melkor'un(İblis'in) ahenksizliğine karşı yükselttiği ikinci temanın ana enstrümanıydı. (…) Ve Manwe(Mikail), Melkor'a(İblis'e) dedi ki:

"Bu krallığı haksızlık ederek kendine almayacaksın, çünkü başkaları da burada senden daha az çalışmadı." Manwe(Mikail) ve Melkor(İblis),Illuvatar'ın(Tanrı'nın) düşüncesinde kardeştiler.

Dünya'ya giren Ainur(Mela-i Ala-Başmelekler) arasında en güçlüsü başlangıçta Melkor'du(İblis'ti). Ancak Manwe(Mikail), Illuvatar'ın(Tanrı'nın) en çok sevdiğiydi. Onun isteklerini en açık biçimiyle anlayanıydı. Ainur'un(Mela-i Ala-Başmelekler) en soylusu olan Manwe(Mikail), en çok havayı ve rüzgârı düşünmüştür.


Valar'la(Ainur - Mela-i Ala ile) birlikte, varlıkları Dünya'nın yaratılışından önceye dayanan "başka ruhlar" da Dünya'ya girdi, Valar'la(Mela-i Ala-Başmelekler ile) aynı iradenin yarattığı ama daha düşük seviyeli olanlar. Onlar, Maiar'dı(meleklerdi). Valar'ın(Mela-i Ala'nın-Başmelekler'in) halkı, onların hizmetkarları ve yardımcıları.
(…)

"Melkor'un(İblis'in) hizmetindeki en kötü ve en ünlü Maia(melek) ise Sauron'du. Kötülükte neredeyse Melkor'a(İblis'e) denkti. Melkor'un(İblis'in) bütün planlarında, Sauron'un(melek) bir payı vardır. İlk başlarda Demirci Aulë'nin Maia'sı olan Sauron(melek), sonradan taraf değiştiripMelkor'un(İblis'in) yanına geçti.

Birinci Çağ'ın sonunda Melkor(İblis), Valar(Mela-i Ala-Başmelekler) tarafından başlatılan Öfke Savaşı'nda(Allah'ın Gazabı'yla) yenilerek Boşluk'a(Cennetin dışına) atıldığında, Sauron(melek), Orta Dünya'nın (Orta Doğu'nun) doğusuna(Babil'e) kaçtı ve sonraki çağlarda kötülüklerin başı Kara Efendi olarak Aman dışındaki bütün dünyaya korku saçtı."

İlk başta mitolojik bir metin gibi algılanan ve birçok kişi tarafından ne manaya geldiği anlaşılamayan kavramlarla dolu olan bu kitapta İblis, Tolkien'e, Allah'ın yaratmaya başlamasından itibaren geçen olayları, Allah'a karşı olan isyanını, Mela-i Ala(Başmelekler) ve diğer meleklerle ilgili olayları, bazı "mihenk noktalarında kritik değişiklikler" yaparak anlatıyor.

KİTAPTAKİ KAVRAMLARIN DEŞİFRESİ

Karmaşık görünen bu metnin, normal okur tarafından anlaşılması güç olduğundan, biz burada mini bir sözlük oluşturarak bu kavramların gerçek manalarını daha açık hale getireceğiz:

Illuvatar(Eru): Tek olan ve herşeyi yaratan Tanrı: Allah

Ainur(Valar): İlk yaratılan Dört Kutsal Ruh. Dört büyük Başmelek(Cebra-El, Mika-El, Azra-El, İsraf-El): Mela-i Ala.

Melkor: Aslen cinlerin önderlerinden olup; Allah'a kölelik-bağlılık ve ibadette gösterdiği dereceden dolayı;

Allah onu "melek boyutu"na çıkardı, Mela-i Ala(Başmelekler) ile birlikte oldu. Bunun içindir ki ismi; başlangıçta Aziz-El(El'in Azizi=Allah'ın şereflisi) idi. ÖnceleriAziz-El, Dünya'ya gelip, kafir cinlerle mücadele ederdi.

Yanında meleklerden yardımcıları vardı. Sauron da muhtemelen bu yardımcı meleklerden birisiydi.

Aziz-El, başarılarından ve amellerinden dolayı şımarıp "aklını beğendi ve mantık yaptı". Adem'in kendisine bağlı-saygılı olmasını bekliyordu. Kibriyle-mantığıyla yanıldı ve Adem'e secde etmekten kaçındı. Böylece Allah'ın bire-bir emrine direnmiş oldu ve kovuldu.

Hem "melek boyutu"ndan düşürüldü, hem de Allah'ın lanetiyle tüm güzelliğini ve itibarını kaybetti, ümitsiz(İblis) oldu. Kendisine, Yaklaşansaat'ın sonuna kadar süre verildi. O günden beri ademoğullarını saptırmak için; tüm hırsı ve kiniyle insanoğlunu kandırmak ve kaydırmakla meşguldür.





 "Yeminli Kadim Planı" işlemektedir. Bugün en çok sözü edilen isimleri; Şeytan, Satan, Lucifer ve İblis'tir. Bu isimlerden birini, diğerinden ayıranlar, farklı görenler, İblis'in tuzağına düşmüş "aldanmışlar", yahut İblis'in emrinde olan "Güç Simsarları"dır.

Manwe: İblis'in anlatımından, bunun Başmelek Mika-El olduğunu anlıyoruz. İblis, Aziz-Eliken elbette tüm Başmelekler'le aralarında İslam kardeşliği vardı. Mika-El'e yakınlığı daha fazla da olabilir. Ancak Allah'a karşı saygısızlık yapan ve "şeytanlaşan bir adam"a, hiçbirmelek, ya da müslüman yakın olamaz ve behemahal onu reddeder.

Allah'ın veademoğlunun düşmanını, düşman bilir. İblis, arkadaş olduğunu söylediği Başmelek Mika-El'in adını kullanarak; insanları, kendisi oymuş gibi kandırıyor. Archangel Michael(Başmelek Mikail) diye Dünya'da faaliyet gösteriyor ve insanlığa yönelik "şeytani manipulasyonlar"ı yönetiyor.

    Maia: Valar'ın(Başmelekler'in) yardımcısı olan bir melek. Maia'ın çoğulu Maiar: Baş Melekler'den sonra gelen yardımcı melekler. Melekler arasında tam bir "boyut hiyerarşisi" vardır. İblis, bu hiyerarşiyi taklit ederek; kendisine bağlı "şeytan ordusu"na; çaldığı "spirtüel hiyerarşi" adını kullanıyor. Her konuda, bir maymun gibi davranıyor ve"Allah'ın Sistemleri"ni taklit ediyor.

    Sauron: Kendisi de bir Maia yani Melek. Kitaptaki İblis'in anlatımı doğruysa; İblis, Aziz-Eliken, Dünya'da müslüman olmayan cinlerle savaşta onun yardımcısı olan meleklerden birisiSauron. İblis, kendisi gibi Allah'a isyan eden ve "kovulmuş melekler" palavrasını yutturmaya çalışıyor.

İblis, kendisiyle beraber başka meleklerin de kovulduğu yalanını, tarih boyunca birilerinin kafasına üflemiş. Sauron'un da bunlardan birisi olduğunu; "kötülüğün efendisi" olarak Dünya'da kaldığı yaldızlı palavrasını atıyor.
Kötülüğün-karanlığın efendisi, gerçekte kendisi olduğu halde;
kendisini ışık getirici(Lucifer) yahut Başmelek Mikail olarak yutturmaya çalışıyor. Kur'an, açıkça İblis'in dışında tüm meleklerin secde ettiğini ve Allah'a itaat ettiğini bize bildirmektedir. Ancak cinlerden, Allah'ın kölesi olmak yerine, Aziz-El'in kölesi olan "bazı kibirliler"in, onunla beraber isyan ederek İblis'in askerleri olduğu söylenebilir.





    Elfler: Sözlük anlamı da cin olan bu kavramdan, cin-şeytanların kastedildiği çok açıktır. Ancakelfler, hem güzel hem de insanlardan daha güçlü olarak filmde gösteriliyor. Bu, gerçeğe aykırıdır, yalandır. İnsanlar, cinlerin hayranlığını çekecek kadar güzel yaratılmışlardır ve aynı zamanda da güçlüdürler. Kur'an, bu gerçeğe şahittir. İblis'in bu "gerçeği-yalanla değiştirmesi", elbette onun sık baş vurduğu bir yöntemdir. Ve yine Kur'an, cinlerin,insanlardan daha önce yaratıldığına da şahittir.

    Ea: Evren
    Arda: Arz yani Dünya.

Yukarıda kısa bir özetini verdiğimiz Kitabı, ancak bu düzelttiğimiz kavramlar ışığında değerlendirebilirsiniz.

Sonuç olarak İblis, bazı gerçek olayları anlatıyor, ancak kavramlarla oynuyor;

"Hak"kı "Batıl"; "Batıl"ı da "Hak" olarak gösteriyor. Bu genel şeytani yaklaşımını, yaldızlı sözlerle-yalanlarla süslüyor.

Örneğin, isyan ettiği ve kovulduğu doğru, ancak kendisinin ışık getiren Başmelek Mika-El olduğu, gerçeğin alt-üstedilmesidir. Kendisiyle birlikte isyan eden melekler edebiyatı ise, yaldızlı bir yalandır.

Sauron'un da bu isyan eden meleklerden olduğu yalanı,dualite yasası gereğince, bir "Karanlık Efendi ihdas etmek içindir. Çünkü gerçekte insanlık tarihi; birHak(nur-aydınlık-ışık)-Batıl(zulumat-karanlık) savaşı tarihidir.

Sonsuz yüce olan Allah'ın dualite yasasını bilen İblis; Işık-karanlık mücadelesinin ışıkçılığına soyunuyor. Kendisine tabi olanlara "ışık işçileri" derken; karşı olanlara da "karanlık güçler(enerjiler)" yaftasını yapıştırarak; her zamanki gibi gerçeği ters yüz ediyor.

FİLMİN ÖZETİ:

Film, dokuz ayrı ırktan oluşan Orta Dünya'da, "ışık-karanlık güçler" arasındaki mücadeleyi anlatmaktadır. Karakterler karanlık güçler ve ışık güçleri olmak üzere iki tarafa ayrılmıştır.Karanlık güçler şunlardır:

Yüzüğün gücünü elinde bulunduran ve Orta Dünya'nın özgür halklarını köleleştirmek isteyenSauron. Gücünü toplayarak, savaşı kazanmak için yüzüğü ele geçirmenin peşindedir.

Bir zamanlar bilge konseyinin başında olan Saruman. Daha sonra şeytanın gücüne boyun eğip onunla işbirliğine başlamıştır.





Eski bir Hobbit olan Gollum. Gollum yüzüğü tesadüf eseri, bir gölün dibinde buluyor ve yüzlerce yıl karanlık mağaralarda kimseye söylemeden saklıyor. Bu süreçte yüzüğün etkisiyle deforme olup, çirkinleşiyor.

Saruman'ın emrindeki Orta Dünya'nın en çirkin, en pis, en vahşi ve en korkulan ırklarındanOrklar. Orklar daha önce elf olup, daha sonra Sauron’a hizmet etmeye başlayınca bu hale dönüşüyorlar.

Saruman'ın ajanları olan kuşlar. Saruman için Orta Dünya'da dolaşıp ona bilgi topluyorlar.

Işık güçleri ise şunlardır:

Cesur, haşin, uzun yılları sürgünde, doğada dolaşarak geçiren Aragorn. Aynı zamandaGondor krallığının tek varisi.

Yüzüğü yok etme görevini üstlenen bir hobbit olan Frodo. Büyük bir fedakarlık yaparak yüzüğü"Hüküm Dağı"na kadar taşımayı ve yok etmeyi kabul ediyor.

Yüzüğün yok edilme planını organize eden büyücü Gandalf.







Işık güçlerine; aynı zamanda Elf kralları, Cüceler, Hobbitler, insanlar ve konuşup, hareket etme yeteneğine sahip olan ağaçlar(entler)de dahildir.
Yüzüğün hikayesi ise şöyledir: yüzük Saruman tarafından binlerce yıl önce "Hüküm Dağı"nda dövülerek yapılmıştır.

"Yüzük", daha önce Elflere, Cücelere ve İnsanlara verilmiş olan diğer yüzüklere hükmetme gücündedir. Yok, edilebileceği tek yer ise ilk defa yapıldığı yer olan veSauron'un hükmü altında bulunan Mordor diyarındaki "Hüküm Dağı"dır.


Sauron insanlara karşı yaptığı bir savaşta bu yüzüğü kullanmış ve galip gelmek üzereyken, insanların kralı ve Aragorn'un atası olan İsildur tarafından parmağı kesilerek yüzük elinden alınmıştır.

Aradan geçen binlerce yıl sonunda yüzük tesadüf eseri, bir gölün dibinde Gollum tarafında bulunmuş, yıllarca karanlık mağaralarda saklanmıştır. Yüzük, yine tesadüfen bu kez bir hobbit olan Bilbo Baggins'in eline geçmiştir. Bilbo yaşlanınca, yüzüğü akrabası olan Frodo'ya emanet etmiştir.

Yüzük, Sauron'un elindeyken, ona karşı başlatılan son savaşta, galip gelmenin imkanı yoktur. Bu çok eski bir mücadeledir.

Filmde ışık güçleri olarak gösterilen taraf, çareyi bu yüzüğü yok etmekte bulur. Bunun için "yüzük kardeşliği" adında bir grup oluşturulur. Yüzük kardeşliği, Gandalf, Aragorn, bir cüce olan Gimli, Hobbitlerden Frodo, Sam ve Pippin, Elflerden Legolas ve Gondor vekilharcının oğlu Boromir'den oluşmaktadır. Bu ekipte yüzüğü taşıyan Frodo'dur.

Filmin sonunda yüzük kardeşliği,amacına ulaşır ve yüzük, "Hüküm Dağı"na atılarak yok edilir. Işık ve karanlık arasındaki bu son savaşta, yüzüğün de yok edilmesinin etkisiyle, karanlık güçler kaybeder. Aragorn, kazanılan bu zafer neticesinde varisi olduğu tahtına oturur ve Orta Dünya'nın diğer ırkları özgürlüklerini kazanmış olurlar.

FİLMDEKİ KARAKTERLER:


Şimdi filmdeki kahramanlara, kavramlara, mesajların gerçek anlamlarına ve verilmek istenenşeytani mesajlara bir göz atalım:

Sauron: "Silmarillion" kitabında bahsi geçen ve eski bir Maia(melek) olan Sauron, Melkor'a(İblis'e) tabi olarak karanlık tarafa geçmiş ve kötülüklerin efendisi olmuştur. Filmde Sauron'a yüklenen anlam budur. Bunun İblis'in büyük yalanı olduğunu yukarıda açıklamıştık.

Ayrıca filmde karanlık Lord Sauron, içinde acımasızlık, kötülük, tüm ırklara hükmetme isteği ile dolu olarak Orta Dünya'nın özgür ırklarını köleleştirmiştir.

Bu Allah'ın peygamberi Süleyman vasıtasıyla Orta Doğu merkezli hakimiyetine şeytanca bir göndermedir. Aslında her şeyi gören göz Allah'tır. Karanlık gücün lideri olarak anlatılan Allah'ın meleği Sauron'dur. İslam'ı temsil eden Hilal ve ortasında "her şeyi gören göz"le,Sauron-Saruman cephesi sembolize edilmiştir.

Sauron(Melek), Saruman'la(Süleyman'la) beraber Allah'ı ve İslam'ı temsil eder ve gerçekte"Hakk-Aydınlığın"(ışığın) taraftarı oldukları halde, karanlık güçler olarak gösterilmiştir. İblis,aydınlık ile karanlığı ters yüz ettiği gibi, arkalarını sıvazladığı masonların "tepe gözlü piramitler"ine de "Yüce Mimar" olarak yerleşmiştir.

Allah tarafından Süleyman'a bahşedilmiş olan ve onunla şeytanları emri altına aldığı yüzük, tek başına bir güç ifade etmez. Yüzük, bir sembol ve mühürdür. Yüzüğün gücü, Allah'ın, Süleyman'a gönderdiği melek(Sauron) sayesinde mevcuttur.

Saruman: Saruman, olarak sunulan karakter, aslında Allah'ın peygamberi Süleyman'dır.Allah, cinleri ve şeytanları, Süleyman'ın, emrine vermişti. Şeytanlar, dalgıçlıktan, taş işçiliğine kadar her türlü işte çalıştırılmaktaydılar. Süleyman'ın ordusu;

cinlerden, kuşlardan ve insanlardan oluşmaktaydı. Allah, rüzgârı onun emrine vermişti ve rüzgârla hareket ederdi. Yüzük ise bu mülkü ve gücü temsil eden bir mühürdü. Kısacası karanlığın emrinde, büyücü- kahin olarak gösterilen Saruman, gerçekte Süleyman'dır. Gerçekler ters-yüz edilerek, Süleyman'dan intikam alınmaktadır.





Şeytanlar, gerçek hayatta da; eskiden beri özellikle Süleyman'ı hedef almışlar, ona büyücü diyerek iftira etmişlerdir. Süleyman öldüğünde şeytanlar onun tahtına bir "Büyü Kitabı" koyarak, onun bir büyücü olduğu iftirasında bulundular. İsrailoğulları'ndan bir kısmı da bu iftiraya kanarak fitneye düştüler.

Yahudi mistizmi-Kabala'nın mimarları, kendilerine bu iftirayı dayanak yaparak, ezoterik bir sistem geliştirmişlerdir.
Kur'an, İblis'in kölesi şeytanların, Süleyman'a iftira ederek; insanları fitneye düşürdüklerini bize bildirmektedir:


"Onlar, Süleyman'ın mülkü konusunda, şeytanların sözlerine uydular. Süleyman, hakkı örtmedi ancak şeytanlar hakkı örttüler..."
[BAKARA(2)/102]


Elfler: Elf kelimesinin(Elves) sözlükte Türkçe karşılığı cin-şeytanlar demektir. Gerçekte cinler, insanlardan bir üst boyutturlar ve bundan dolayı da Kur'an'ın bildirdiği gibi insanlar onları göremez, ancak onlar insanları görebilirler.

Kendisi de aslen cin olan İblis ve avanesi, bu boyut farkını, şeytani planları doğrultusunda, çeşitli şekillerde geçmişten beri kullanmaktadırlar. İşte bu sayede, Avatar filmine benzer şekilde, bu filmde de kendilerini gayet güzel, akıllı ve sadık olarak insanlara pazarlamışlardır. Telepati ile anlaşan ve ışığın krallığı(!) olan elf milleti(cin-şeytanlar), filmde aynı zamanda ölümsüz oldukları yalanıyla takdim ediliyorlar. Önceki filmlerdeki gibi bu filmde de elfler(cin-şeytanlar) kutsanıyor.

Aragorn (Yolgezer): Yolgezer de denilen Aragorn; filmde, Gondor'un (insanların şehri) varisi, insanların beklediği kayıp kral, savaşçı ve çok iyi bir yönetici olan kahramandır. İsa gibi yaraları iyileştiriyor. Kıyamet savaşına benzetebileceğimiz, son savaşta da kurtarıcı olarak herkesin umutlarını bağladığı Aragorn, "kurtarıcı-mesih"tir. Tüm İblis imzalı filimlerin bir mesih kahramanı vardır. Beyinlere yerleştirilmeye çalışılan kurtarıcı-mesih; "mesih-i Deccal"dir. Bu filmdede "mesih-i Deccal"; Aragorn'dur. Peygamberimiz Deccal'e; "çok gezen, çok dolaşan ve çok yüzlü" diyor. Yani filmdeki yolgezer; Aragorn.


Filmde Aragorn, kral olarak dönmek için uygun zamanı bekliyor ve bu zaman gelinceye dek saklanıyor. Saklandığı süreçte, küçüklüğünden beri elfler(cin-şeytanlar) tarafından yetiştiriliyor ve bu 30 yılın sonunda neredeyse bir elf gibi yeteneklere sahip oluyor.

Gerçekte ise Deccal, Allah'ın, çıkışına izin vereceği güne kadar, şeytanlar tarafından hazırlanmaktadır.İblis'in kadim planı gereğince; insanlık, önce yaşayacağı "felaket ve kaos" döneminde, bir kurtarıcıya ihtiyaç duyacaktır. Arkasından "mesih-i Deccal", kurtarıcı olarak ortaya çıkacaktır.

Kahraman(!) Aragorn'un "düşman ordusunun kalbine dalma taktiği" bile, karanlık güçolarak takdim edilen İslam ordularının en büyük kahramanı Halid bin Velid'den çalınmıştır. Filmdeki "filli savaş sahneleri"nin ve "baskın taktikleri"nin , Kadisiye ve Yermük savaşlarından uyarlandığı ilgili uzmanlarca kolayca anlaşılacaktır.

Hobbitler: Hobbit kelimesinin Mısır tanrısı Ra'nın (Güneş Tanrı'sı İblis'in) kahini (elçisi) olan bir karakterden geldiği ifade edilmektedir. Bu açıdan bakılınca Tolkien'in, hobbitler yoluyla (İblis'in elçisi yoluyla) mesaj verdiği söylenebilir.





Hobbitler, filmde sevgi dolu, barış içerisinde yaşayan ve sorunlarını savaş değil, sevgi ile çözen bir millet olarak veriliyor. Yani bugünkü "şeytani New Age akımları"nın "sahte sevgi felsefesi"nin birçok özelliğini üzerlerinde taşımaktadırlar. Yüzüğü taşıyıp yok ederek,İblis'in sevgi elçileri olarak filmde yerlerini alıyorlar. Sonuçta Hobitler'in, cin-şeytanların bir kabilesi olduğu anlaşılmaktadır.

Gri Gandalf: Bilge, yol gösterici ve büyücü. Gri iken her nasılsa birden Ak (!) Gandalf oluyor.Gandalf, herkesin hayranlıkla ve merakla ne söyleyeceğini beklediği, büyüyü ustalıkla kullanan bir karakter. Her seferinde, büyü gücünü sınayarak daha da güçleniyor. Orta Dünya'nın kaderinde belirleyici bir rol oynuyor.

Gandalf, filmde bir peygamber gibi gösterilirken, Saruman, büyücü olarak takdim edilmiş. Gerçekte filmdeki Gandalf, tam bir İblis elçisidir(medyum-büyücü) ve Süleyman'a ve "Allah'ın meleği"ne karşı savaş vermektedir.
Peygamber gibi takdim edilen büyücü Gandalf'ın oynadığı role benzer bir rolü, bugün İblis'in medyumları oynuyor.

Yani bugünkü medyumlar da; şeytanlara (Kryon, Tobias, Saint Germen, İblis vs. ), kanallık vazifesi yapıyorlar. Bu şeytan elçisi insan medyumlarının her biri, celselerde, kalplerinde yaşattıkları şeytanlardan sürekli yalan haber naklederek, canlı yayın görevi yapıyorlar. Daha sonra da bu şeytani fısıltıları, kitap, video ve film olarak yayınlıyarak; "İblis'in Kadim Planı"na hizmet ediyorlar. İblis, bu elçileri ve filmleri aracılığı ile insanlara vadediyor, ancak İblis,Kur'an diliyle "vadetmez sadece aldanmayı vadeder."


Ork: Ye'cuc-Me'cuc

Orklar: Filmde farklı boy ve şekillerde, laftan anlamaz, insan etiyle beslenen, savaşçı, kendi arkadaşlarını bile yiyen vahşi bir topluluk. Orklar, Yaklaşansaat'te, Deccal'in, İsa tarafından öldürülmesinin ardından, "İblis'e boyun eğmiş güç simsarlarını ve tabiinleri"ni yok etmek üzere, her bir tepeden saldıracak olan "Ye'cuc – Me'cuc"u sembolize etmektedirler.

"Ye'cuc – Me'cuc", muhtemelen Atlantis zamanında "insan, cin-şeytan karışımı" olarak üretilen bir nesildir. Atlantis, dünyaya hakim şeytanlaşmış bir insan uygarlığıydı. İblis'in adamları, insanlara,Güneş enerjisinden yararlanma yöntem ve teknolojisini öğretirken; insanlardan kendilerini çoğaltmaya(kopyalamaya) çalışıyorlardı. Böylece ara karma bir nesil; Orklar(Ye'cuc-Me'cuc) ortaya çıktı.

O dönemlerde Dünya, hiç olmadığı kadar ifsada uğramıştı. Bu nedenledir ki; evrensel Nuh tufanı oldu ve Dünya azgın kafirlerden temizlendi. Ye'cuc-Me'cuc, yeraltı mağara ve sığınaklarında yaşıyordu. Batan karalarla beraber yeraltına geçtiler. Orada Yaklaşansaat'a kadar çoğalacaklar ve sona yakın tekrar yeryüzüne çıkıp; Mesih Deccal'e tabi olan azgın kafirleri-hakimleri yok edeceklerdir. Bunda ilginç bir ironi vardır. Bu mesele, "Cin-şeytanlar: Ye'cuc-Me'cuc" bölümünde açıklanacaktır.


Orklar: Ye'cuc – Me'cuc ordusu.

Bu konu, Kur'an'da ve özellikle "sahih hadisler"de yer almaktadır. Eski Ahit'de(Tevrat'da) değişik peygamberlerin Yaklaşansaat tasvirlerinde çokça tekrarlanır. Peygamberimizin hadislerine göre;Ye'cuc – Me'cuc, cehennem ehli, kâfir, azgın ve vahşi bir toplumdur. Devlerden vecücelerden oluşan Ye'cuc – Me'cuc, Allah'ın helak ordusu olup;

İblis'in kandırdığı "azgın kibirli kâfirler"in sonunu getirecek olan karşı konulamaz bir güce sahiptir. Hakka karşı plan ve tuzak kuranLucifer(İblis) kafalıların helakı; bu kavmin(Ye'cuc-Me'cuc) çıkışıyla tamamlanacaktır. Ye'cuc-Me'cuc saldırısı, Kur'an'da, açık ve kapalı tehdit olarak önemli yer tutmaktadır. İşte açık bir tehdit ayeti:

Bir 'Karyete'(İsrailoğulları) ki, onları helak etmeyi haram (kıldık). Şüphesiz onlar, (hakka) dönmezler.


Ta ki Ye'cuc, Me'cuc çıkıncaya ve her bir tepeden akın edinceye kadar!
Hak 'vaad'(helak) yaklaşmıştır. O zaman, hakkı örtenlerin gözleri, bir noktaya dikilecek ve "Vay başımıza, biz bu şeyden(helaktan), gaflet içindeydik. Bilakis bizler, zalimleriz" (diyeceklerdir).
[ENBİYA(21)/95-97]


Savaşa, İblis'in ordusu safında katılan Ent(Ağaç): Büyük yalan!
Entler(Ağaçsakal): Entler, filmde hareket etme yeteneği olan ve konuşan ağaçlardır. Kur'an bize maddenin en küçük yapı taşının melakut olduğunu ve her şeyin melakutunun Allah'ın elinde olduğunu söylemektedir. Aslında cansız gibi görünen maddelerin bile bir ruhu, özü yani bilinci vardır.Allah maddeye hitap ettiği zaman anlar ve O'nun emrine itaat eder.

Peygamberimizin(s.a.v.) de ağaçları çağırdığı ve ağaçların Allah'ın izniyle geldiğine dair hadisler vardır. Ayrıca başka bir hadisden de şunu biliyoruz ki; "kıyamet savaşı"nda bir ağaç, arkasında saklanan Yahudi'yi, Müslümanlar'a bildirecek ve ağaç, onlarla konuşarak: "Arkamda bir Yahudi gizleniyor" diyecektir.

Filmde ise ağaçlar, Süleyman'ın(Saruman'ın) düşmanı olarak gösterilmiştir. Ağaçlar, aslında her zaman Allah'ın emrinde ve Müslümanlar'dan yanadır. İblis, bu gücün sadece Allah'a ait olduğunu ve ağaçların O'nun sözünden çıkmayacağını çok iyi bilir, ancak şeytanca, batıla hak elbisesi giydiriyor.

İblis, ağaç figürünü, Avatar gibi diğer filmlerde de kullanıyor. Bunu, Greenpeace gibi çevreci New Age akımlarıyla ilişkilendirerek doğayı kutsuyor. "Küresel güç simsarları"nın çevre tahribatıkarşısında, prim yapan çevreci bilinci böylece yem olarak kullanıyor.


YÜZÜĞÜN YOK EDİLMESİ VE "KIYAMET SAVAŞI"

Sauron'un parmağında yüzük: Gerçekte Sauron Allah'ın meleğidir. Yüzüğü yapan, Süleyman'a veren ve yardım eden görevli bir melek.
Filmin başından itibaren işlenen ana temalardan birisi; "güç yüzüğü"nün yok edilme serüvenidir.






Orta Dünya'yı (Orta Doğu) özgürleştirmek amacıyla Sauron'a ait olan ve her şeye hükmetme özelliği olan yüzüğün yok edilmesi gerekmektedir. Yukarıda da detaylı olarak belirttiğimiz gibi yüzük, Allahtarafından Süleyman'a verilen ve gücüyle şeytanları emri altına aldığı "mühür-yüzük"tür. Bu yüzüğün yok edilme amacı, şeytanları serbest bırakmaktır. Zaten İblis'in binlerce yıldır, tüminsanlara pazarladığı özgürlük; "insanın kendi nefsine ve şeytanlara köle olması"ndan başka bir şey sağlamamıştır.

Filmde Sauron ve diğer milletler arasında verilen son savaş, Yaklaşansaat'te vuku bulması beklenen,"Kıyamet Savaşı"na(Armegedon) benzemektedir. Sauron'un, savaşın sonunda kaybederek bedeninin erimesi ve yok olması; İsa'nın, Deccal'in üzerine yürüdüğünde; Deccal'in tuzun suda erimesi gibi eriyip yok olması gerçeğinin ters-yüz edilmesinden ibarettir. Gerçek olan şudur;

İsa,Yaklaşansaat'te, Dünya'ya tekrar geldiğinde Mesih Deccal'i öldürecektir. Böylece, kör Deccal'in dönemi sora ererken, geriye kalan kibirli azgın kâfirler, Ye'cuc – Me'cuc tarafından yok edilecektir.
Saruman'ın(Süleyman'ın) benzetildiği kişi: İsrail'in hava saldırısıyla öldürdüğü Hamas liderlerinden Şeyh Ahmed Yasin.

Aynı zamanda filmde sıkça kuşlar da kullanılıyor. Bir sahnede kuşlardan, Saruman'ın ajanları olarak bahsediliyor. Kur'an'dan, kuşların da Süleyman'ın ordusuna dâhil olduğunu, örneğin Hüdhüdkuşunun onun habercisi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla burada da Süleyman'nın emrindeki kuşlara atıf yapılıyor.

Ayrıca filmdeki iyi insanların hepsi de sarışın ve mavi gözlü Avrupalı insanlar olarak gösterilmiş.Sauron'un ordusunda ise esmer ve Arap görünümlü insanlar yer almaktadır. AyrıcaSaruman(Süleyman) tiplemesinin, İsrail tarafında hava bombardımanıyla parçalanan Hamasliderlerinden Şeyh Ahmet Yasin'e nasıl benzetildiğini kolayca görebilirsiniz.


SONUÇ

"İblis'in Kadim Planı"na hizmette bir kilometre taşı olan "Yüzüklerin Efendisi" kitabı ve filmi, her yaştan birçok insanı etkilemiştir. Öyleki FRP (Fantasy Role Play: Herkesin oturup filmden bir karakteri canlandırdığı oyun türü) ve bilgisayar oyunlarıyla gençler arasında bağımlılık oluşturmuştur.
İblis bu filmiyle, yandaşları olan şeytanların, Süleyman zamanında yaşadıkları zillet ve aşağılanmanın rövanşını almaya çalışmıştır.

Bunu yaparken; Deccal, kıyamet savaşı ve Ye'cuc – Me'cuc gibi "Yaklaşansaat'in büyük olayları"nı saptırarak, gerçekleri ters-yüz etmiş ve kendi mesajlarını beyinlere enjekte etmiştir. Filmde, başından itibaren esas amaç olarak ortaya konulan"yüzüğün yok edilmesi"; Süleyman'ın, "şeytanlara yüzükle vurduğu zincirler"in, bir rövanşıdır.

İblis, gerçekte insanlık tarihinin bu son savaşında, insanoğlunu aldatmak ve haktan saptırmak için tüm ordusu ile Dünya üzerinde faaliyet göstermektedir. Bu film, Nuh'tan itibaren tüm peygamberlerin kavimlerini uyardıkları "Deccal fitnesi"ni pazarlama savaşının önemli bir aşamasıdır.
Özetle İblis imzalı filmlerden biri, belki de en önemlisi olan bu film;

İblis'in ve onun liderliğini yaptığı"Küresel Güç Simsarları"nın ve "Masonik Mahfiller"in; "Dünya Hakimiyeti" hayallerinin yansımasıdır.

Ancak sırtlarını Lucifer'e(İblis'e) dayayanların, "küresel oyunları ve planları";"İblis'in Planı"nın içindedir. Yani bu güçler, İblis'in altın tas içinde sunduğu "emperyal hakimiyet"in sarhoşluğu geçmeden, zehirlendiklerini ve dünya- ahiret azabını hak ettiklerini anlayacaklardır.

Tüm "cin ve insan şeytanları" bilsinler ki; kainattaki tüm planlar, "Sonsuz Yüce Allah'ın Planı"nın içindedir ve Allah ne diyorsa o olacaktır. O'nun onaylamadığı tüm plan vetuzaklar, yakın gelecekte, çok geçmeden "tarihin çöp sepeti"ne atılacaklardır.

 Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın..

Youtube Kanalım  >>> Eyüp Ertaş

22 Aralık 2013 Pazar

Ateist Sayfaların Sıkça Tekrarladıkları 14 Soru ve Cevapları



SORULAR

-Allah şeytanı yaratır
-Şeytan Allaha karşı çıkar
-Allah şeytana kıyamete kadar süre verir
Soru 1: Sonsuz gücü olan Allah'ın kendi yarattığı şeytanla sidik yarışına girmesi ne derece mantıklıdır?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Şeytan bencildir, ademe secde etmez.
-Allah, şeytanı bencil olup ademe secde etmediği için cehenneme gönderir.
-Şeytanı bencil olduğu için cehenneme atan Allah kendine tapacak, sırf ona kulluk etmesi için canlılar yaratmıştır.
Soru 2: Şeytanı bencil olduğu için cehenneme atan Allahın bencillik etmesi ne derece mantıkıldır?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Allah ile şeytan sidik yarışındadır
-Şeytan insanları kötü yola girdirmeye çalışır, onları saptırır.
-Şeytanın tüm insanaları etkilemiş olduğu bir zamanda tam kazanacakken Allah nuh tufanını gerçekleştirip tüm insanaları helak eder.
Soru 3: Allahın tam şeytan kazanacakken bu şekilde hile yapması ona yakışır mı?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Tanrı (tanım gereği) fiziksel değildir
-Tanrı düşünebilir karar verir, iradeye sahiptir.
Soru 4: Düşünme(ya da karar verme, irade) eylemi beyinde gerçekleşen bir eylemken fiziksel olmayan tanrı nasıl düşünür, karar verir, iradeye sahiptir? Bu soruya "Bunu bilemeyiz, aklımız ermez" gibi bir cevap verecek olursanız ona inanmadığımız için bizi yakmaması doğal sonuç olmaz mı(sonuçta ona aklımız yetmiyor)? Ve ya neden bizi onu anlayabilecek şekilde yaratmamıştır?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Tüm insaları canlıları ve sistamleri tanrı yaratmıştır
-DNA kopyalanmaya başlar.
-DNA kopyalanırken hatalar oluşur
-DNA daki hataların çoğu enzimlerce düzeltilir.
Soru 5: Tanrının bu tasarımdaki amacı nedir? Eğer düzeltecekse neden hata yapmasına izin verir ki? Tanrı yapboz mu oynamaktadır ki önce bozup sonra düzeltir?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Allah evreni/dünyayı insanı sınav yapmak için yaratmıştır.
-Evrenin 14 milyar yılı dünyanının 3 milyardan fazla yılı insansız geçmiştir ve insan türü yokolunca evren varolmaya devam edecektir.
Soru 6: İnsanı sınav yapmak için evreni/dünyayı yaratan tanrının 14 milyar yıl beklemesi ne derece mantıklıdır?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Tanrı zamanı geçmişi geleceği bilir
-Tanrı insanı sınav içine sokmuştur
-Tanrı sınavın sonucunu da bilir
Soru 7: Sonucu 'kesin olarak' bilinen bir sınavın anlamı nedir? Sınav sonucunu bilmemeyi gerektirirken bilinmesi ne derece mantıklıdır? Tanrı her şeyi biliyorsa sınav olmamalıdır, sınav varsa tanrı her şeyi bilmemelidir.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Tanrı Lut kavmini eşcinsel yaratır
-Eşcinsellik bir tercih değildir. Bir kişi doğuştan eşcinsel olur, kadın olmayı erkek olmayı mavi gözlü olmayı seçemeyeceği gibi eşcinsel olmayı da seçmez
Soru 8: İnsanları eşcinsel oalrak yaratan Tanrının daha sonra (bunu bilmesine rağmen) insanalra kızması, şaşırması, onları uyarması ve onları yoketmes ne kadar mantıklıdır?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Allah kendine tapması için insanları yaratır
-O halde Allah egoisttir
Soru 9: Ego bir tanrıya yakışır bir özellik midir? Egoist bir tanrı ne derece tapınılmayı hak eder?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Müslüman olmayan herkes sonsuza kadar cehennemde yanacaktır
-İyi olan gayrimüslimler her ne kadar iyi olursa olsunlar sonsuza kadar cehennemde yanacaktır
Soru 10: Böyle bir durumda tanrının sonsuz adalet ve merhametinden bahsedilebilir mi? Böyle bir tanrıya inanmak ne kadar doğru olur?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-İslama göre doğru olan tek din islamdır
-Diğer dinler de doğru olan tek dinin kendi din olduğunu düşünür
-Neredeyse her din kendi dininden olmayanın yanacağını savunur
Soru 11: Eğer farklı bir ülkede farklı bir dine mensup olarak doğmuş olsaydınız tekrar müslüman olur muydunuz? Yoksa müslümanlar da dahil diğer dinden insanların yanacağını mı düşünürdünüz? Eğer cevabınız "Sorgular müslüman olurdum" ise diğer dindeki insanlar da neden aynı cevabı veriyor düşündünüz mü? Yoksa hala dinin büyük oranda coğrafya ve aile etkenli olduğunu anlayamadınız mı?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Allah ademi yaratır
-Ademden de (kaburga kemiğinden) Havvayı yaratır
-Ademden yaratılan Havvanın adem ile kromozomaları o halde aynıdır
-Bunun sonucunda Havva da erkek olmalıdır
Soru 12: Bu yaratılış mitine mi inanmak mantıklıdır yoksa henüz kromozomun, genetiğin bilinmediği bir dönemde cinsiyetlerle ilgili henüz olgun bir fikir yokken insanların nasıl yaratıldığını merak eden bir takım insanın bunu uydurmuş olması ve nesillerdir günümüze geldiğini düşünmek mi mantıkldır?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

-Allah Ademi ondan da Havvayı yaratır
-Adem ve havvanın çocukları olur
-Kardeş kardeşe ilişkiye girerek nesiller devam eder
Soru 13: Allah başka bir çift de yaratıp insanları kardeş kardeşe ilişkiye zorlamayabilirken neden bu yolu seçmiştir? Buna inanmak mantıklı mıdır? Yoksa bu tür detayları düşünmeden insanların bu hikayeyi uydurduğu fikri mi daha doğru olacaktır?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

  Soru 14: Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse o güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse o iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

CEVAPLAR


Soru 1: Sonsuz gücü olan Allah'ın kendi yarattığı şeytanla sidik yarışına girmesi ne derece mantıklıdır?

Cevap 1 - Haşa burada bir sidik yarışı söz konusu değildir,sorunun girişi zaten yanlıştır da yinede cevaplayalım,şeytanlarla mücadele etmek suretiyle insanların dereceleri yükselir. Şeytan, devamlı insana Allah'ın emirlerinin tersini yapmasını emreder.

,İnsan da şeytanın emirlerini yapmayıp, Allah'ın emirlerini yaparsa Allah katında büyük derecelere yükselir. Şeytanı insanlara musallat etmek suretiyle, Allah'ın emrini tutacak insan ile, tutmayacak insan ayırt edilir. Böylece, bu imtihan dünyasında kötü ruhlu insan ile iyi ruhlu insan birbirlerinden ayrılır. Şeytan imandan kuvvetli değildir.

Allah’u teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır.

Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. İşte böyle bir varlığın hangi özellikleri taşıdığının anlaşılması için şeytan yaratılmıştır.

Mesela, altın ve bakırın karışık halden ayrılması için ateşte kaynatılması gibi, insan denen varlığın iyi ve kötü huylarının birbirinden ayrılması, iyi huylu Ebubekir (ra)ile kötü ruhlu Ebucehilin anlaşılması için Allah şeytanı ateşten yaratmıştır.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 2: Şeytanı bencil olduğu için cehenneme atan Allahın bencillik etmesi ne derece mantıklıdır?

Cevap 2 - Şeytan bencil değil kibirlidir. Vücut bulmasına sebep olan Allah'ı unutmuş ve bunun cezasını görmüştür.Allah bencil değildir yarattığını düşünendir,cehennemi yarattığı gibi insanı yarattığı gibi onu direkt cehenneme atmak yerine sınava tabi tutmuştur,kazanan cennete kaybeden cehenneme,bunu da şeytan vasıtasıyla yapacaktır,ona uyan kaybeder uymayan kazanır,

yine bunu da gönderdiği kutsal kitap ve peygamberi ile sağlamıştır,yani insana kolaylık sağlamıştır,yaratılan insan gönderilen kutsal kitaba ve peygambere inanıp o yoldan giderse şeytana uymamış olacaktır ve cenneti kazanmış olacaktır,bencil olan bir Allah yarattığı insana böyle kolaylıklar sunmazdı,şeytanı yarattı ki onamı kendisine mi inanacağız görebilmek için,ne diyor ayette 'Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım' o halde bizde yalnız ona kulluk edeceğiz,gönderdiklerinden faydalanarak da şeytandan uzak duracağız.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru3: Allahın tam şeytan kazanacakken bu şekilde hile yapması ona yakışır mı?

Cevap 3 - Burada da hile yok,bak bunlar hep senin cevabı aramaya tenezzül etmeden yargılaman sonucunda kafanın karışmasına sebep oluyor,aç kitabını oku,ilk emir zaten İkra yani Oku,tüm cevaplar orada.

Nuh dan daha kötüsü kıyamet günü olmayacak mı?Kıyamet ne zaman kopacak,bir tek insanın bile Allah demediği zaman kopacak,tüm insanlık şeytana uyduğu zaman kopacak,din kitap peygamber ve Allah tamamen yeryüzünden silinmeden kıyamet kopmaz,kıyamet zaten kafirlere kopacak inanan hiç kimse dünyada olmadığı zaman kopacak,burada da hile yok çünkü her şey bitmiş olacak,kalan tüm insanlık şeytana biat edince zaten Allahın dünyayı devam ettirmesinin ne mantığı kalacak?kendisine kulluk edecek insan kalmadığı an zaten her şeyin bittiği andır.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 4: Düşünme(ya da karar verme, irade) eylemi beyinde gerçekleşen bir eylemken fiziksel olmayan tanrı nasıl düşünür, karar verir, iradeye sahiptir? Bu soruya "Bunu bilemeyiz, aklımız ermez" gibi bir cevap verecek olursanız ona inanmadığımız için bizi yakmaması doğal sonuç olmaz mı(sonuçta ona aklımız yetmiyor)? Ve ya neden bizi onu anlayabilecek şekilde yaratmamıştır?

Cevap 4 - Düşünme karar verme fiziksel bir eylem değildir,fiziksel olmayan Cinlerde düşünüp karar verebilir ki zaten onları da Allah yarattığından düşünüp karar verebilme mekanizmasına sahip olabilmek için fizikselliği de gerek olmadığı görülmüş olur,kaldı ki Allah'ın sıfatı da bilinmiyor,fiziksel olup olmadığı da belli değil,tanım gereği fiziksel değildir diye nitelendiriliyor,bunu ölünce anlayacağız.

düşünme yetisinin temeli Allah'tan gelir , bir düşün bütün dünyadaki bilgiyi ve bir de bir insandaki , bir insandaki bilgi ve düşünme yetisi sınırlıdır. Diğer taraftan Allah her insana kendisine iman etmesi ve yasaklardan sakınması için gereken İlmi vermiştir ve düşünmemiz için bize Yol Göstericiler yani Peygamberler göndermiştir , onun dışında yaşadığımz her olayda bir hayır ve şer göstermiş bunları da Kuran'da yazmıştır.

Bizim engelli dediğimiz o yeti tam olarak verilmeyen insanlarsa sorgudan muhaftır. Şimdi sen vay efendim niye onları eksik yaratmış diyebilirsin , senin bütün özelliklerin tam mı acaba ? Her insan Allah'ın bazı sıfatlarından çok ya da az alır ve bunlarla sınanır.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 5: Tanrının bu tasarımdaki amacı nedir? Eğer düzeltecekse neden hata yapmasına izin verir ki? Tanrı yapboz mu oynamaktadır ki önce bozup sonra düzeltir?

Cevap 5 - Hangi DNA kopyalanırken hata oluşur ve kendiliğinden düzelir?Hem iradesi yani düşünme yeteneği olan bir yaratıcıdan bahsediyorsak önce bir türlü,sonra başka bir türlü yaratmasını da normal karşılamalıyız,öyle olmasaydı neden dünyada önce melekleri cinleri sonra insanları yaratmış olsun ki?direk olarak insanları da yaratabilirdi,ama önce cinleri sonra insanları yaratmayı bir bildiği yani iradesi olduğundan yaratmıştır.

Allah canlı sistemleri yaratırken, ölebilir, hastalanabilir bir mekanizmayı ön görmüştür. Bunun pek çok hikmetleri vardır. Bu hastalıkların olması için canlılarda bozulabilir bir sistemi öngörmüştür. Bozulabilen bir sistemin tamiri için de düzeltme mekanizmalarını devreye sokmuştur. Kainat baştan başa hareket ve sakinliği ile, değişken ve değişmez prensipleriyle, karanlık ve aydınlığıyla, gece ve gündüzüyle, mevsimleriyle bir yazar- bozar tahtası gibi işlemler görmektedir. DNA sistemi de bunlardan farklı değildir.

Allah, kâinatı hareketli, değişken, tahrip ve tamire maruz bir biçimde yaratmakla, kendi varlığını, isim ve sıfatlarını nazara vermek, sonsuz ilim ve kudretinin her an devrede olduğunu göstermek istemiştir. Akan bir ırmağın güneş karşısına gelen damlacıklarının parlaması, güneşin varlığına delalet ettiği gibi, ışığın hizasından çıkanların sönmesi de güneşin varlığını gösterir. Bu manzarayı bir yazar-bozar tahtası gibi düşündüğümüzde, yazılması da bozulması güneşin varlığının göstergesi olduğunu görürüz. Çünkü, eğer bu akan su damlalarının gösterdiği parıltının kaynağı güneş olduğu kabul edilmezse, bu takdirde her damla suda gerçek bir güneşin bulunduğunu kabul etmekle gerekir ki, bu bir safsatadır.

İşte bunun gibi, bu kâinatı yaratmakla kendini tanıtmak isteyen yaratıcı, özellikle canlılarda tahrip ve tamir mekanizmalarını yaratarak işin arka planındaki sonsuz ilim, hikmet ve kudretini göstermek istemiştir. Örneğin, bir insan hayat kazanmakla Allah’ın Muhyi ismine, ölmekle de onun Mümit ismine şahitlik eder. Bir DNA’nın tahribinden sonra tamir edilmesi, onun sonsuz ilim, hikmet ve kudreti yanında Şafi ismine de şahadet etmektedir.

Hülasa mevcut mekanizmalar, hikmet açısından birer perdedir. Asıl iş yapan ilahi kudrettir. Binbir çeşidiyle canlıların bünyelerini tamir eden gıdaların varlığı, kâinatı yaratan ile canlıların bünyesini yaratan aynı kudret olduğunu gösterir. Demek ki herşey lisan-ı haliyle Allah diyor, onu hamd ile tesbih ediyor.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 6: İnsanı sınav yapmak için evreni/dünyayı yaratan tanrının 14 milyar yıl beklemesi ne derece mantıklıdır?

Cevap 6 - Allah zaman kavramından münezzehtir,yani bize göre 14 milyar yıl ona göre 3 saniye olabilir,şöyle ki;

Ayetlerde geçen “İndellah=Allah katında” veya “inde rabbike=Rabbinin katında” gibi ifadelerden insanlar için gayb sayılan alemleri anlamak gerekir. Bu alemler bazen ahiret alemleri olabildiği gibi, bazen bizim için görünmez özelliğe sahip olan göklerdeki alemler de olabilir.

İşte “eyyam-ı Kur’aniye olarak da tabir edilen “bin-elli bin senelik” zaman mefhumu o alemlerdeki cisimlerin hareketlerden meydana gelen zaman dilimleridir. Dünyadaki -yerküresinin güneşin etrafında dolaşmasından meydana gelen- zaman mefhumu Allah’ı kuşatmadığı gibi, göklerdeki diğer bazı cisimlerin, yörüngelerinde dolaşmalarından meydana gelen zaman mefhumu da Allah’ı kuşatmaz.

Çok açık bir gerçektir ki, her zaman mefhumu belli bazı cisimlerin bulundukları yörüngelerindeki hareketlerinden oluşur. Yani zaman da zamanın varlık sebebi olan ilgili cisimler gibi sonradan yaratılmıştır. Ezelî olan Allah vardı, onunla birlikte hiç bir şey yoktu. Ne zamandan ne de mekândan eser yoktu.

Yevm (gün) kelimesi Kur’an-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.

Gündüz, gece ve gündüzden oluşan 24 saatlik müddet, devir, mutlak zaman vs. Örneğin kıyametle ilgili bir âyette “Yer başka yere, gökler de başka göklere değiştirildiği gün” (İbrahim, 48) ifadesi geçmektedir.

Başka bir âyette ise, kıyamet gününden bahsedilirken “yevmu’l-hulûd/ ebedilik günü” ifadesi kullanılır. Böylece, sonsuz bir şekilde devam edecek olan âhiret hakkında da “yevm” ifadesi kullanılmıştır.

Hacc suresi, 47. âyetteki, “Allah katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir”, Meâric suresi, 4. âyetteki “Melekler ve Rûh (Cebrail) oraya, miktarı ellibin sene olan bir günde çıkarlar” ifadelerine gelince, öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu âyetlerde zamanın izafiliğine (göreli olduğuna) işâret edilmektedir.

Dünyamızın bir günü 24 saat iken, başka gezegenlerin günleri (yani o gezegenin kendi ekseni etrafında dönüş süresi) daha az veya daha çok olabilmektedir. Gezegen ve yıldızların çapıyla orantılı olarak günler de uzun olmaktadır. Örneğin güneşin bir günü dünyanın bir ayı gibidir.

Dolayısıyla kâinatta bir günü bin gün veya elli bin gün olan yerlerin olması da söz konusudur.

Bu izah, âyetler aynı konu ekseninde değerlendirildiği takdirdedir. Ancak âyetleri farklı konularla ilgili ele alıp değerlendirmek de mümkündür. Şöyle ki, Hacc suresindeki âyet, öncesiyle birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, alaycı bir tavırla va’d edilen azabın bir an önce gelmesini isteyen inkârcılara bir cevap olarak zikredildiği söylenebilir. Yani, onların hafife alarak aceleyle gelsin de görelim diye istedikleri azabın hakikatte çok dehşetli olduğunu, o azabın bir gününün insana bin yıl gibi geleceğini bildirmektedir. Sıkıntı vaktinde zamanın geçmemesi, insana çok uzun gelmesi gibi…

Nitekim Razî ve Maverdî gibi müfessirler de bu âyeti açıklarken buna uygun açıklamalar yapmışlardır. Razî bu görüşün âyetin manası hakkındaki açıklamalar içinde en uygunu olduğunu söylemektedir.

Bu ifade hakkında şu yorumlar da yapılmıştır:

1. Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günlerden bir gün bin sene gibidir (Mücahid).

2. Kıyamet günlerinden bir günün uzunluğu, dünya günlerinden bin sene gibidir. Bu âyet hakkında şöyle bir yorumun da uygun olacağı kanaatindeyiz: Bu âyette Yüce Allah, müşriklerin aceleciliklerine karşılık, kendisinin Sabûr ve Halîm olduğunu bildiren böyle bir ifade zikretmiştir. Yani buradaki bin yıl ifadesi Allah’ın sabrından ve hilminden kinaye olup acele etmediğini, onları hemen cezalandırmadığını ifade etmektedir…

Gerçekte Allah için zaman söz konusu değildir. O, zamandan münezzehtir. Geçmiş, gelecek O’nun için şimdiki zaman sayıldığı gibi, bütün zamanlar da O’nun için bir ân gibidir.

Meâric suresindeki âyet ise, kâinatta bir günü elli bin gün olan uzay ve zaman boyutlarının varlığına işâret edildiği gibi, âyet meleklerin göklerde kat ettikleri mesafelerle de ilgili olup, ellibin yıllık uzun mesafeyi bir günde kat’ettiklerini bildirmekte, meleklerin sür’atine ve Allah’ın mülkünün genişliğine işaret etmektedir.

Aşağıda -özetle yer alan- Bediüzzaman hazretlerinin ifadeleri konumuza ışık tutmaktadır:

“Evet kış günlerinde ve şimal taraflarında gurub ve tulû' mabeyninde(güneşin doğuşu ve batışı arasında) dört saatlik günden ve bu yerlerde kışta sekiz-dokuz saatten ibaret olan günlerden tut, tâ Güneş'in mihveri üstünde bir aya yakın gününden, (hattâ Kozmoğrafya'nın / Astronominin bildirdiğine göre) tâ "Rabb-üş Şi'ra" tabiriyle Kur'an'da namı ilân edilen ve güneşimizden daha büyük olan "Şi'ra" namında diğer bir güneşin belki bin seneden ibaret olan gününden, tâ Şems-üş Şümus'un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek gününe kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.

İşte Semavat ve Arz'ın Rabbi, o Şems-üş Şümus ve Şi'ra'nın Hâlıkı hitab ettiği vakit, o Semavat ve Arz'ın ecramına(gök ve yer cisimlerine) ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.....

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 7: Sonucu 'kesin olarak' bilinen bir sınavın anlamı nedir? Sınav sonucunu bilmemeyi gerektirirken bilinmesi ne derece mantıklıdır? Tanrı her şeyi biliyorsa sınav olmamalıdır, sınav varsa tanrı her şeyi bilmemelidir.

Cevap 7 - Sınavın sonucunu Allah biliyor biz değil,biz yaşayarak öğreneceğiz,sınav bizim için yani sonucu biz bilemeyiz,ama sınavı yapan Allah o halde o bilebilir;

Meryem-67 - O insan hiç düşünmüyor mu ki, o hiçbir şey değilken Biz onu yaratıp var ettik?

(Enbiya, 21/16) "Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık."

(Sad, 38/27) "Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık."

(Kıyame, 75/36) "İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?"

(Müminun, 23/115)"Yoksa siz, bizim sizi abes /
boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?"

Öncelikle şunu belirtelim ki Allah (cc) insana; acaba ne yapacak diye (haşa meraktan, eğlenmek için) bakmaz O zaten insanların ne yapacağını bilmektedir (kader konusu). Allah(c.c.) ın dünyayı yaratıp insanı dünyaya göndermesinin amacı insanın gerçek hüviyetini kazanmasıdır,çünkü insan ancak dünya gibi bir yerden geçerek bir yerlere gelebilmektedir.

yani amaç insan kazanmaktır.insanı kazanmak için de dünya gibi bir eğitim ve imtihan sahası gereklidir.Allah(c.c.) ; insana acaba ruhunu (doğru davranışlarla düşüncelerle) olgunlaştırabilecek mi, bu imtihanı hem kendini hem de Beni mutlu edecek şekilde geçebilecek mi diye bakar.

yani öylesine bir yaratılmışlık,Yaratıcının bizimle(haşa) oyun oynaması gibi bir mantıkla yaratılmış olma durumu söz konusu değildir.Oyun gibi görünen her şey imtihan unsurudur.Allah (cc) tüm her şeyi kötülükleri de dahil imtihan olsun diye yaratmıştır.

Zariyat-56 - Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım

bu ayette hem yaratmanın amacı hem de insanın amacı insana bildirilmiştir.
1 - Allah ın insanı yaratmasındaki amacı; insanın kendisini tanıyıp gönülden sevmesi ve bunun yanında kendisine itaat, ibadet etmesidir.
2 - Allah insana amaç olarak ibadet etmesini koymuştur.demek ki Allah bizim fıtraten dünyadaki amacımızı ibadet olacak şekilde yaratmıştır ve bizim amacımız ibadet olmalıdır. İbadetle insanın özüne kavuşmasını, doğru yolda kalmasını, gerçek insan olmasını, dini yaşayış ve düşünceyle yaptığı her işin ibadet sayılacağını (neden ibadet eder namaz kılarız) konusunda açıklayacağız.

***İnsan ibadet etmesi için, yani Allah ı tanıyıp sevmesi ve emirleri doğrultusunda hareket edip Allah ın rızasını kazanmaya çalışması için yaratılmıştır.Yani Allah gönül istemiştir sevgi istemiştir.İnsanın Allah ı gönülden sevmesi gönülden Allah ın rızasına ermeye çalışması için insana irade verilmiştir.insan robot gibi programlanarak Allah ı sevmemiş hür iradesiyle Allah ı seçmiş Ona (c.c.) gönülden yönelmiştir.

işte Allah ın istediği budur; GÖNÜLDEN SEVGİ.( )bu sevginin oluşması için bir koşul daha lazımdır o da Allah ın varlığının kesin şekilde idrak edilmesi ama gözle görülememesi, Allah ın öz varlığının bu dünyadaki duyu organlarıyla kesin şekilde hissedilememesidir.

çünkü Allah ın öz varlığını yani bizzat kendisini görseydik gene robottan bir farkımız kalmaz irademiz olsa bile mecburen Allah a inanır Ona yönelirdik.o nedenle Allah dünyayı yaratmış insanı dünyaya göndermiş bize kendisini göstermemiş ama müthiş sanatlı nimetleriyle yarattıklarıyla ve gönderdiği peygamberlerle varlığını kesin şekilde ispatlamıştır.

İşte insan Allah ın dünya adlı bu müzesinde Allah ın verdiği düşünme özelliği vasıtasıyla Allah ı tanıyacak sevecek Ona itaat edip emirleri doğrultusunda hayatına yön verecek Onun emirleri doğrultusunda bu dünya imtihanlarını aşacaktır.

Allah dünyayı imtihan yeri kılmıştır çünkü iradeli bir varlık olan insanın Allah a ne derece yönelip yönelmediği imtihanlarla belli olacaktır.herkes kendisinin iyi ve inançlı olduğunu söyleyebilir ama bunun anlaşılması için bu kişinin başına gelecek her türlü olayda iyi olması iyi davranış sergilemiş olması yani söylediği şeyi gerçekten yapmış olması gerekmektedir.yoksa lafla peynir gemisi yürümez lafta herkes iyidir.o nedenle nasıl biri olduğu anlaşılsın diye insan imtihanlara tabi tutulmuştur.

sonuç olarak irade varsa imtihan gereklidir.Allah herkesi kaldırabileceği şiddette imtihan etmiştir.eğer insan başına gelen imtihanlarda Allah a tevekkül eder ve bu imtihanlara Allah ın emirleri doğrultusunda yanıt verirse dünya imtihanını geçecek ve bu bağlılığıyla Allah ın rızasını kazanacak kendiside sonuçta Allah tan razı olacaktır.insan bu sınavın sonunda eğitilmiş, ruhunu olgunlaştırmış çalışarak kazanmış olarak çıkacaktır.

bu dünya hayatının genel amacı, insanın ruhunu olgunlaştırmasıdır.işte insan İradesiyle doğru olana yönelmiş nefsine tapmamış Allah a tapmış bu sayede ruhunu olgunlaştırmış, benliğini kazanmış olacaktır.nefsini eğitmiş ebedi olan ruhunu Allah a bağlılığıyla olgunlaştırmış yani hayatın amacını gerçekleştirmiş adam gibi adam olmuş gerçek insan yüce ruh olmuştur.

tüm bunları gönülden yöneldiği Allah ın rızası için Allah a inanıp Onun sevgisi ve korkusuyla Allah a itaat ettiği için yaptığından tüm hayatını ibadet ederek geçirmiş olacak ve sonuçta hem Allah ın istediğini gerçekleştirmiş hem de fıtratı için en doğru olanı yaparak yaratılış amacını gerçekleştirmiş olacaktır.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 8: İnsanları eşcinsel olarak yaratan Tanrının daha sonra (bunu bilmesine rağmen) insanlara kızması, şaşırması, onları uyarması ve onları yok etmesi ne kadar mantıklıdır?

Cevap 8 - Eşcinsellik doğuştan gelen bir rahatsızlık değildir,adam 30 yaşına kadar erkek gibi yaşar sonrasında travesti olur,bu hiç mi yaşanmadı?eğer doğuştan gelen bir genetik rahatsızlıksa neden o kişi 11 yaşlarında eşcinsel eğilim göstermektense 30 yaşında eşcinsel eğilim göstermeye başlıyor?

İnsanlar eşcinsel olarak yaratılmaz.. Eşcinsel diye bir insan türü yoktur .. İnsan ya kadındır, ya erkektir. Eşcinsel olmak insanın kendi irade ile seçtiği bir tercihtir? Allah kadını yada erkeği yaratır. Eşcinsel olmak seçimlik bir durumdur. Hani derler ya " cinsel tercih"

Yaradılışa müdahele büyük günahlardandır,kız olarakdoğan erkek olamaz,erkek olarak doğan kız olamaz,Allah kime hangi cinsiyetin yakışacağını yarattığı kullardan daha iyi bilir.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 9: Ego bir tanrıya yakışır bir özellik midir? Egoist bir tanrı ne derece tapınılmayı hak eder?

Cevap 9 - “Egoist” demek, sadece kendini düşünen, kendi menfaatini ön planda tutan, yalnız kendini nazara veren demektir.

Oysa Allah’ın bu kadar nimetleri insanlar için hazırlaması, yeryüzünü bin bir çeşit nimetlerle donatılmış bir sofra halinde sergilemesi, onun kullarına, yaratıklarına, sanatına ne kadar değer verdiğini ve sonsuz rahmetini göstermektedir.

- Allah kendini Samed (ihlas suresi, 2) olarak nitelemiştir. Samed demek, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, fakat kendisinin hiç bir şeye muhtaç olmadığı varlık demektir. Hiç bir şeye muhtaç olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu ve kendisinin bütün bu muhtaçların ihtiyaçlarını fiilen yerine getirdiği gözle görülen yüceler yücesi Allah hakkında “egoist” demek, vicdan ve insaf ölçülerinden fersah fersah uzaklaşmak anlamına gelir.

Bu konuda yüzlerce ayetten sadece aşağıdaki ayeti ön yargısız okumanızı tavsiye ederiz:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.” (Bakara, 2/164)

- Allah’a -haşa- “egoist” diyen insanların varlığı bile, Kur’an’ın defalarca Allah’ın kudretini vurgulamasının ne kadar doğru ve isabetli olduğunun en açık göstergesidir. Bu gün binlerce insan hala Allah’ın varlığında, sonsuz ilim ve kudretinde tereddüt gösteriyorsa, Kur’an’daki bu konuların tekrar tekrar vurgulanmasının ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.

- Allah hiç şüphesiz hiç kimsenin ne övgüsünden ne de yergisinden etkilenir. Ancak, o sonsuz rahmetiyle kullarının edepli olmalarını, insan gibi insan olmalarını ve cennet için ortaya koyduğu kriterlere uygun bir performans göstermelerini istediği için, defalarca insanları uyarıyor, kendi isimlerinin tecellilerine dikkat çekiyor.

Mesela -ayet manalarının özetiyle- diyor ki, bakın: bu kâinatı yaratmak sonsuz ilim ve kudreti gerektirir. Madem kâinat var, öyleyse sonsuz ilim ve kudret sahibi Allah da vardır. Öyleyse, bu kâinatın tesadüf oyuncağı olarak ortaya çıktığını düşünerek hem size verdiğim aklınıza hakaret etmiş, hem de Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini görmeyen bir körlüğe düşmüş olursunuz. Çünkü;

Çok iyi biliyor ve görüyorsunuz ki, bir tek harf yazarsız olmaz, bir iğne bile ustasız olmaz, bir köy bile muhtarsız/idarecisiz olmaz.. Mesele bu kadar açık iken, nasıl olur da -örneğin- yüz trilyon hücreden meydana gelen insan gibi harika bir kitabı yazarsız düşünebiliyorsunuz..!

Nasıl olur da -mesela- kâinat çapında görülen harika sanat tablolarını ustasız olduğu ihtimaline kapılabiliyorsunuz..!

Ve nasıl olurda -örneğin- milyarlar seneden beri hiç bir trafik kazasına meydan vermeden hareket eden, güneş sistemin -güneşiyle, ayı ile, yerküresiyle, atmosferiyle- yüzlerce hikmetli ve gayeli işleri başarmak için gösterdiği bu harika görev aşkını, ödev performansını tesadüfe verebiliyorsunuz..!

- Madem -bu saydığımız- ilmi gerçeklerin tanıklığıyla, bu kâinatın/evrenin şahadetiyle Allah’ın sonsuz ilim ve kudreti vardır, öyleyse aynı kudretle sizi tekrar diriltip hesaba çekeceğinden asla şüphe etmeyin. Sonra size yazık olur, bu cehaletinizin cezasını ağır ödeyeceksiniz.

- Şimdi bu kadar önemli bir konuda bu uyarıları tekrar etmeyi Allah’ın kullarına olan sonsuz merhametini düşünmeyip, “egoistlik” olarak değerlendirmenin elbette bir hesabı olacaktır.

- İlginçtir, Kur’an’da sözlü olarak tekrar edilen aynı sonsuz rahmetin ontolojik olarak yapılan tekrarlarına kimse itiraz etmiyor. Örneğin kimse kalkıp da:

“Niçin her gün güneş tekrar edip doğuyor..
Niçin her gün çeşitli nimetler bize ikram ediliyor..
Niçin bizim akciğerlerimiz atmosferdeki oksijen tüpüne bağlanmış her saniye tekrar tekrar nefes almamızı sağlıyor..
Niçin günde bir kaç kez bize su içiriliyor, yemek yediriliyor..
Her gece neden uyutuluyoruz, ardından her sabah tekrar tekrar diriltiliyoruz.. “

diye itiraz etmiyor..

Çünkü bütün bunlar kudreti, hikmeti ve rahmeti sonsuz olan Allah’ın kullarına yaptığı iyilikler olduğunu, bunlar olmadan yaşamanın mümkün olmadığını biliyor da ondan itiraz etmiyor..

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 10: Böyle bir durumda tanrının sonsuz adalet ve merhametinden bahsedilebilir mi? Böyle bir tanrıya inanmak ne kadar doğru olur?

Cevap 10-Evvela, cehennemin yedi tabakadan oluşup hafiften şiddetlisine doğru sıralanması, cehennem ehlinin amellerinin de değerlendirilmeye tabi tutulduğunu gösterir.

İkincisi, Allah’ın sonsuz adaleti bütün cehennem ehlinin eşit bir şekilde yanmasına müsaade etmez. Zira cehennemde ebedi kalacaklar içinde insanlığa büyük hizmetleri ve iyilikleri dokunmuş kimseler olduğu gibi insanlığa büyük zulüm ve haksızlıklar yapanlar da olmuştur; ikisinin müsavi tutulması sonsuz adalet ile bağdaşmaz.

Üçüncüsü, cehennemde ateşin cehennemliklere ülfet etmesi, Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkatinin bir gereğidir. Yoksa onların amelinin bir neticesi ya da mukabili değildir.

Dördüncüsü, amellerin kabul edilmemesi ayrı bir şey, değerlendirmeye tabi tutulması ayrı bir şeydir. Allah elbette kafirlerin amellerinden razı değildir, ama bu onların amellerinin karşılığının verilmesine bir engel değildir.

Nitekim dünyada kafirler fıtri şeriata uymalarının mükafatını peşinen bu dünyada alıyorlar. Allah dürüst ve çalışkan bir Hristiyan tüccarına bu dünyada nasıl mal ve servet veriyor ise, ahirette de oraya münasip bir ceza indirimi yapabilir. Bu ne ayet ile çelişir ne da akıl ile.

Beşincisi, tefsir ilminde hadisler ayetin mutlak ve umumi manasını takyit edebilir. Bakara suresinde geçen "azabın hafifletilmeyeceği" manası hadislerle sınırlandırılmış olabileceği anlaşılıyor. Mesela;

Resulullah (s.a.v.)’ın yanında amcası Ebu Talib anıldı da:

"Kıyamet gününde şefaatimin amcama fayda vereceğini umarım. Şefaatimle amcam, topuklarına ulaşabilen ateşten bir çukura konulur da, o çukurda dimağının aslı kaynar." buyurdu. Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.):


"Ey Allah’ın Elçisi! Amcam Ebu Talib’e herhangi bir şeyle yarar sağladın mı? Çünkü o, daima seni korur ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi." dedi. Resulullah (s.a.v.):


“Evet, o şimdi dibi topuklarına kadar olan ateşten bir çukur içindedir. Ben olmasaydım, muhakkak cehennemin en derin çukurunda olacaktı.” buyurdu.(1)

Bu hadis azabın hafifleyebileceğine işaret ediyor.

Altıncısı, Üstad Hazretleri azap hafifletilir demiyor, yanan kişi azaba alışır, ülfet eder diyor, bu da ayetin manasına zıt olmaz. Ülfet bir şeye alışmak demek; nasıl bir musibetin ilk anı ile sonraki anları azap noktasından farklıdır.

İlk an en zor ve çetin andır, sonraki anlar ise vücudun intibakı ile azabın ilk anki şiddeti hafifliyor, burada hafifleyen azap değil azabın verdiği acıdır. Soğuk bir ortama girince ilk anda şiddetli üşürsün, sonra vücut ülfet etmeye başlayınca o ilk şiddetli soğuktan gelen üşüme gider; burada o soğuk ortamda bir değişme ve hafifleme yoktur, değişen ve alışan senin bedenindir.

Ayette "azabın derecesi hafiflemez" diyor, yoksa ülfet ile azaba intibak ederek acının ilk şiddeti gidemez demiyor.

Yedincisi, cehennemde azaba ülfet edemeyecek büyük kafirlerin var olduğuna dair hadis ve ayetlerde vardır. Mesela gayye kuyusu var ki, cehennem bile onun şiddetinden Allah’a sığındığına dair hadisler var. Bakara ve Nebe surelerinde geçen ayetlerin onlara bakması da muhtemeldir. Ehl-i kitap ile müşrikleri Kur'an aynı kefeye koymuyor; o zaman cehennemde de aralarında bir fark olması gereklidir. Yani hafif azap, şiddetli azap manası olabilir.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 11: Eğer farklı bir ülkede farklı bir dine mensup olarak doğmuş olsaydınız tekrar müslüman olur muydunuz? Yoksa müslümanlar da dahil diğer dinden insanların yanacağını mı düşünürdünüz? Eğer cevabınız "Sorgular müslüman olurdum" ise diğer dindeki insanlar da neden aynı cevabı veriyor düşündünüz mü? Yoksa hala dinin büyük oranda coğrafya ve aile etkenli olduğunu anlayamadınız mı?

Cevap -11- Buluğ çağına girene kadar öğretileni öğrenirsin,sonrasında aklını kullanıp kendin öğrenirsin,eğer ben genç yaşıma kadar Müslüman değilde Yahudi olarak yetiştirilseydim,ne bileyim İsrailde doğup büyüseydim yetişkin olunca sorgular yine İslamı bulurdum,buna örnek yüzlerce ünlü ünsüz insan var,doğduğun yerin dini ile büyürsün sonra sorgularsın inanırsın yada inanmazsın yada başka bir dine inanırsın,bu kişinin kendi iç hesaplaşmasıdır.Ayrıca dinin coğrafya ve aile etkenli olması dinin yalan olduğuna kanıt sayılamaz,her insan zaten çocuğunu kendi dininde yetiştirir,İslamiyetde de bu emredilmiştir.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -


Soru 12: Bu yaratılış mitine mi inanmak mantıklıdır yoksa henüz kromozomun, genetiğin bilinmediği bir dönemde cinsiyetlerle ilgili henüz olgun bir fikir yokken insanların nasıl yaratıldığını merak eden bir takım insanın bunu uydurmuş olması ve nesillerdir günümüze geldiğini düşünmek mi mantıkldır?

Cevap 12 - Allah önce Ademi sonrasında Havvayı yaratmıştır,bu geçişte kromozom sayısı değişmeseydi evet Havva da erkek olacaktı ama değiştiğine göre Havva kadın oldu.

Kromozom meselesine gelince bu zaten Allah'ın kurduğu bir sistem değilmi , eğer bir Tanrı'ya inanıyorsan Tanrı'nın kromozomu değiştirebileceğine neden inanmıyorsun ki. Sence bu (tanrının kromozom sayısını değiştiremeyeceği) saçma değil mi ?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 13: Allah başka bir çift de yaratıp insanları kardeş kardeşe ilişkiye zorlamayabilirken neden bu yolu seçmiştir? Buna inanmak mantıklı mıdır? Yoksa bu tür detayları düşünmeden insanların bu hikayeyi uydurduğu fikri mi daha doğru olacaktır?

Cevap 13 - İnsanlar Hz. Âdem’le Hz. Havva’dan doğarak çoğalmışlardır. Havva anamız hep ikiz doğum yapıyordu. Bunlardan birisi erkek, diğeri de kızdı. Hz. Âdem, aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra doğan ikizlerle evlendiriyordu.

Habil’le beraber doğan kız çırkın, Kabil’le birlikte doğan kız ise güzeldi. Bu durumda Hz. Âdem, Habil’in, Kabil’le beraber doğan kızla, Kabil’in de Habil’le beraber doğan kızla evlenmesini istedi. Fakat Kabil buna razı olmadı, kendisiyle doğan güzel kızı Habil’e vermek istemeyerek kendisi almak istedi.

Hz. Âdem buna müsaade etmedi ve meseleyi Allah’a havale etti. Cenab-ı Haktan gelen emir üzerine her ikisinin de Allah’a birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı kabul edilirse Kabil’in bacısının ona ait olacağını söyledi. Bunun üzerine Kabil bir demet buğday, Habil de bir koyunu kurban olarak takdim etti.

Gökten inen bir ateş Habil’in kurbanını aldı, Kabil’inki olduğu yerde kaldı. Bu durumda Habil haklı çıkmış ve kızı almaya hak kazanmıştı Fakat Kabil iyice çileden çıkmıştı.

Bu hâdise Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Onlara Âdem’in iki oğluna dair haberi hak ile oku. Onlar birer kurban takdim ettiklerinde, birisinin kurbanı kabul olunmuş, diğeri kabul olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan diğerine, ‘Ben seni öldüreceğim’ dedi. O da, ‘Allah ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder’ diye cevap verdi.

“Habil şöyle devam etti: ‘Eğer sen öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Dilerim ki, sen benim günahımı yüklenesin de, Cehennem ateşinin ehlinden olasın. Bu da zalimlerin cezasıdır.
“Sonra nefsi, kardeşini öldürmeyi ona kolay ve hoş gösterdi; o da kardeşini öldürüp hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için, ona, yeri eşeleyen bir kargayı gönderdi. Kabil, ‘Yazıklar olsun bana!’ dedi. ‘Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtemedim!’ Artık o yaptığına pişmanlık duyanlardan olmuştu.”Mâide Sûresi, 27-31

Hz. Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmelerinin dindeki yerine gelince; Hz. Âdem’den Peygamber Efendimize gelinceye kadar bütün peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Dinin temeli olan îman esasları hep aynı kalmıştır.

Fakat şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir. Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir. Mâide Sûresinin 48. âyetinde bu hususta, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik” buyurulur.

Bediüzzaman da bu meseleyi şöyle izah eder: “Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiya’dan (a.s.m.) sonra şeriat-ı kübrası (büyük şeriatı) her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.”

Meselâ, Yahudiler ancak havralarda, sinagoglarda, Hıristiyanlar sadece kiliselerde ibadet edebilirlerken, biz Müslümanlar her yerde namaz kılabiliyoruz. Yine sığır ve koyun gibi hayvanların iç yağları Hz. Musa’nın şeriatında haramken, bizim dinimizde helâldir.
Hz. Âdem ise ilk insan ve ilk peygamberdir.

Allah ona da bir din ve bir şeriat göndermiş ve öğretmişti. O da Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde hareket ediyordu. Cenab-ı Hak, Hz. Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlenmesini de bir zaruretten dolayı helâl kılmıştı.

Çünkü insan neslinin artması gerekiyordu. Başka insan da olmadığına göre, bir zaruret olarak kardeşlerin birbirleriyle evlenmesi gerekiyordu. Bu âdet bir süre devam etti, fakat insanlar çoğalınca böyle bir evliliğe ihtiyaç ve zaruret kalmadı ve bu tatbikat da kalkmış oldu.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Soru 14:
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse o güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse o iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?

Cevap 14 - Buna kötülük neden var? diyelim.

Bu soruyu ateistlerden duyarım. Genel anlamda adamın biri ateist olmuşsa, "Şu inanç yükünden kurtulayım da, istediğim gibi kötülük yapayım" diye düşündüğü için olmamıştır.

Düşünmüş, gerçeklikle boğuşmuş, aklı ve mantığı böyle gösterdiği için ateist olmaya karar vermiştir.Ateist dediğin kişi bayağı uzun uzun kafa yormuş olabilir bu konularda.

Tamam, ateist olun. Sana saygım var. Ateist olmak için (kendince) pek çok kabul edilebilir sebep bulmuş olabilirsin. Ama “dünyada bu kadar kötülük bu kadar haksızlık var, tecavüzler, cinayetler, savaşlar, yıkımlar var. Tanrı varsa neden bunları engellemiyor? Hani tanrı iyiydi?” mantığıyla ateist olmayın.

Komik oluyorsunuz.

Şimdi bu konuya biraz açıklık getirelim:

http://www.haberturk.com/dunya/haber/757226-ac-kalan-cocugu-kopek-emzirdi

Aç kalan çocuğu köpek emzirdi
Hindistan'ın doğusundaki Jharkhand Eyaleti’nin yoksul mahallelerinden birinde yaşayan 6 yaşındaki Chotu Kumar, açlığını bir sokak köpeğinden süt emerek gideriyor.

Babası 4 yıl önce öldüğünden beri annesi, anneannesi ve 2 erkek kardeşiyle birlikte geçim sıkıntısı çeken Chotu Kumar, “Köpek bana yavrularından biriymişim gibi davranıyor” diye konuştu.

Geçen yaz ise gazetede şöyle bir şeyle karşılaşıyorum:
http://dunya.milliyet.com.tr/bebegini-canli-canli-gomdu/dunya/dunyadetay/16.07.2012/1567717/default.htm

Bebeğini canlı canlı gömdü
Geçtiğimiz hafta Salı günü Pakistan’da dünyaya gelen bebek, babası Chand Khan tarafından ‘çirkin’ olduğu gerekçesiyle gömüldü.
Akrabalarına bebeğin ölü doğduğunu söyleyen adam, bir de sahte cenaze töreni düzenledi. Bebeği mezarlığa götürürken görülen baba, akrabaları tarafından ihbar edildi.

Ne gaddarca,ne kadar insanlık dışı… Bir köpek aç bir çocuğu yavrusunu besler gibi beslerken, babanın çirkin olduğu gerekçesiyle kendi çocuğunu diri diri gömmesi…
İnsanların çoğu hastalıklı.

Bu iki haberi görmek “kötülük” üzerine beyin fırtınası yapma ve bir şeyler karalama ihtiyacı hissettirdi bana.
Kötülük problemi denen şey nedir, öncelikle kısaca ona bakalım:
David Hume Din Üstüne Diyaloglar adlı eserinde Philo’nun ağzıyla şöyle özetlemiştir problemi:

Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse O güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse O iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?

Bir başka deyişle soru(n) şudur “Tanrı var ise neden kötülük var?”
Bunu sorgulamadan evvel, dünyada var olan ve sorunu tartışanlarca “kötülük” olarak kategorize edilen kavramlara bir bakalım:
Evrendeki kötülüğü üç farklı türde kategorize edebiliriz.

1) Ahlaki (moral) kötülük
2) Natürel kötülük
3) Metafizik kötülük. (Tüm filozoflar bunu dâhil etmez, Leibniz’in teorisidir.)

Ahlaki kötülük ne midir? İşte tam olarak yukarıda paylaştığım iki haberde olan durumdur. İnsanların çocuğu köpeğe muhtaç bırakmaları ve babanın dünya güzeli bebeğe yaptığı zulüm. Tabi liste tecavüzleri, ensest olaylarını, cinayetleri, hırsızlıkları vs. eklersek uzar da uzar.

Natürel kötülüğe ise kısaca örnek olarak sellerin, depremlerin, yani doğa olaylarının neden olduğu ıstırapları gösterebiliriz.

Çok üzerinde durma gereği duymadığım metafizik kötülük ise bunu ileri süren Leibniz’e göre insanın yetkin olmayışı, eksik bir varlık oluşudur. (Örneğin ölümlü, sonlu oluşu vs.) Ki bence yukarıdaki ahlaksız davranışları sergileyen insanlarla dolu bir dünyada insanın ölümlü-sonlu oluşu değil, olmayışı asıl kötü olan olurdu.

Önce "İyilik -kötülük nedir?" sorusu üzerine biraz beyin fırtınası yapalım..

Şahsi fikrim odur ki iyilik dediğimiz şey aslında pek çok zaman göreceli bir kavramdır. Adam öldürmenin iyi olmadığını yani kötü olduğunu hemen herkes bilir diyebilirsiniz, ki toplumsal ve hukuki yaptırımların insanlara bunu aşıladığı bir ortamda bunu demek oldukça kolaydır, peki acaba her hal ve şartta çoğunluk tarafından böylesi net kabul görür müydü bu, işte bunu sorgulamak lazım...

Hayatın amacını işin içine bir yaratıcı katmadan, salt evrim teorisiyle açıklayan ve bunun doğal bir sonucu olarak yaşamı hayatta kalma mücadelesi (doğal seleksiyon- survival of the fittest) olarak anlamlandıran bir ateist açlık-tokluk mücadelesi verdiği bir ortamda nasıl davranır acaba?

Yahut hırsızlık çok kötü bir şey diyebilirsiniz ama dolmuş şoförünün yanlışlıkla fazla verdiği para üstünü fark etmesine rağmen hiç ses etmeden cebe atanlar "hırsızlık aman ne iyi birş ey" diyen insanlar mı? Veya tarihi bir kişiliği ya da bir diktatörü çok sayıda cana kıydığı için eleştiren Mehmet, kendi karısı ve çocuklarını öldüresiye dövüyor olabilir mi kimi zaman?

İşte bu yüzden insanların azı değil, pek çoğu hastalıklı.
Ellerine imkan ve kudret geçtiğinde o çok eleştirdikleri, kötü diye yaftaladıkları şeyleri aslında yapabilecek oldukları için. Aslında pek çok zaman diktatör, hırsız, sapık, zalim, cani denen insanlarla aralarındaki fark sadece kudret ve olanaklar olduğu için.

Herneyse... İyilik ve görecelilik konusuna dönecek olursak, mesela Bush da Irak'ı işgal ederken, Hitler de soykırım yaparken kendince gayet iyi niyetli olabilir. Bu bağlamda "gerçek" iyilik aslında daha az görece olan bir kavrama işaret etmelidir.

Bu kavram da "adalet"tir... Örneğin bir insan annesine "iyilik" yapmak için bir duruşmada yalancı şahitlik yapabilir. Ama bunu yapan insan "gerçekten iyi" yani "adil" birisi olmaz. Adalet iyiliğe göre içi daha dolu, çok daha az görece bir kavramdır.

Velhasıl, bu durumda insanların yaptıkları kötülükler aslında bir nevi adil olmama , adaletten, doğrudan sapma durumudur diyip bunu burada noktalayabiliriz.

Asıl konumuz olan kötülük problemine geri dönecek olursak...

Ahlaki kötülük hakkında söylenebilecek en belirgin şey insanın özgür irade sahibi bir varlık olmasıdır.

Pakistan'daki adam bebeğini diri diri gömmeyebilirdi.

Hindistan'da çocuğu gören biri çocuğa bir tabak sıcak yemek verebilir, ona yanında kalabileceği bir aile ayarlayabilirdi
.
Afrika'da çocuklar açlıktan ölmeyebilirdi.

Peki tüm bunlar teistik bir Tanrı'nın sorunu mudur? Yani bu yarattığı kullara hayat kullanım kılavuzu, uyulması gereken ahlaki ilkeler, vahiy, kitap, peygamber vs. yollayan bir yaratıcının sorunu mudur?

Hayır.

Dünyadaki gıda reservleri israf edildiğinde bile herkese fazla fazla yetecek kadarken, Chotu Kumar'ı köpeğin beslemesi senin, benim, bizlerin sorunudur, ayıbıdır. Dünyada yeterince yiyecek var. Hepimize yetecek kadar. Hatta bir Müslüman “zekât” konusunu işin içine katar ve İslam’ın bu noktada insanlar paylaşmaya yanaştırdığına dem vurur.

Ahlaki kötülüklerin hiçbirisi yeterince imkân sunan, özgür irade veren bir tanrının suçu olamaz. Biz paylaşmadık. Bir vermedik. Biz açgözlülük ettik. Biz duyarsızdık. Petrol için, menfaat için de savaşan bizdik. Bugün Afrika’yı sömüren de biziz. O acı dolu fotoğraflara bakıp sömürgeci devletlere küfretmelisiniz, tanrıya değil.

Sadece Fransa’nın yaptıklarına şöyle bir bakın. Şöyle biraz araştırma yapın. Oradaki insanlara yıllarca neler yapmışlar, ellerinden neleri almışlar bir bakın. Afrika neden bu kadar yoksul? Doğal kaynaklarına, elmas, bor ve uranyumlarına el koyup, sonrada halkına eziyet eden, aç bırakan şu sömürgecilere bakın. İngilteresi, Amerikası, Rusyası, Almanyası, İtalyası vs vs.

sonrasında zaten Dünyada neden bu kadar kötülük var sorusunun cevabını belki bulabilirsiniz...

 Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın.. Youtube Kanalım  >>> Eyüp Ertaş

7 Kasım 2013 Perşembe

YAHUDİLERİN KABE’Yİ YIKMA PLANI



                           
                         
*   Hz Mehdi ve Kıyamet Alametleri konusunda ayrıntılı bilgiler de ekledik.


   Kabe'nin etrafında yaşlılar ve engelliler için dairesel yüksekçe bir yapının inşa edilmesinin altında yatan gerçek, Yahudilerin Kabe'nin yerine, camiyi temsil eden Küre şeklinde bir plaza inşa ederek Kabe'nin gücünü ele geçirmek istemesidir, İkiz Kuleler'in olduğu yerde bu yapı temsili olarak bulunmaktaydı.

Yapının ismi The Sphere idi, İkiz Kule olaylarının olduğu gün, üzerinde 245 sayısı vardı, numerolojik olarak toplayınca 11 yapıyor, yani İsrail.

Sphere (Sifer), Lucifer (Lusifer).

Yahudiler Kabe'nin yerine Küre inşa edecek, bu Küre saat yönünde dönecek yani Tavaf yönünün tersine, bu da Kabe'nin olumlu enerjisinin bir musluk gibi kapatılması ve karanlığın hakim olması demek.

                                                           

İkiz Kulelerin Ortasındaki Küre Neyi Simgeliyor

Kabe'nin etrafında yaşlılar ve engelliler için dairesel yüksekçe bir yapının inşa edilmesinin altında yatan gerçek, Yahudilerin Kabe'nin yerine, camiyi temsil eden Küre şeklinde bir plaza inşa ederek Kabe'nin gücünü ele geçirmek istemesidir, İkiz Kuleler'in olduğu yerde bu yapı temsili olarak bulunmaktaydı.

Yapının ismi The Sphere idi, İkiz Kule olaylarının olduğu gün, üzerinde 245 sayısı vardı, numerolojik olarak toplayınca 11 yapıyor, yani İsrail.

Sphere (Sifer), Lucifer (Lusifer).

Yahudiler Kabe'nin yerine Küre inşa edecek, bu Küre saat yönünde dönecek yani Tavaf yönünün tersine, bu da Kabe'nin olumlu enerjisinin bir musluk gibi kapatılması ve karanlığın hakim olması demek.


Piri Reis’in haritasında 16 adet büyük enerji noktası bulunur. Bu enerji noktalarından en önemlisi, Kabe’nin tam üstündedir. Yahudiler’in amacı, Kabe’yi yıkıp bu enerji noktasına hakim olmaktır. İnançlarına göre, tüm enerji noktalarına hakim olduklarında başka bir boyuta kapı açılacak. Haritada gördüğünüz Pentagon binası ve doğal olarak Pentagram yıldızı şeklinde işaretlenmiş bu alanın sağ köşesindeki noktanın ismi, bilerek belirtilmemiştir. Çünkü orası Kabe’dir.

Kabe'de kan gövdeyi götürdüğünde, büyük olaylar çıktığında, Hz Mehdi, Kabe’nin kapısının önünden icazet alacak, Mehdiliği gökyüzünden bir sesle ilan edilecek, bulutlar O’nu işaret edecek. Hz Mehdi, Peygamberimiz Sav’in halifeleri Hz Ebubekir ve Hz Ömer’den farklı olarak Allah’ın halifesi olacak, emrine 3 bin melek verilecek, ordusunun büyük bir bölümü Türklerden oluşacak, 7 yıl hüküm sürecek, daha sonra Deccal gelecek. Yahudiler 2023’te Deccal’i beklediklerinden ve bu 7 yıl olayını bildiklerinden, Hz Mehdi’yi şimdiden engellemek için Büyük Ortadoğu Projesi’ni hızlandırdılar.


- Yeni bilgiler


HZ MEHDİ

Kıyametin 10 Büyük Alameti'nden önce gelecek

Hz Mehdi, kendisine Allah tarafından yol gösterilen, Hz. Muhammed Sav'in kıyamete yakın bir zamanda geleceğini haber verdiği, İslamiyet'i Dünya'ya yeniden hakim kılacak olan halifedir. Şüphesiz, burada kastedilen, Şiilerin "Mehdî-î Muntazar = Beklenen Mehdi" dedikleri On İki İmam'ın sonuncusu olan Mehdi değildir. Efendimiz Sav, hutbe okurken Hz Hasan'ı omzuna alarak "Bu çocuk seyittir, iki büyük Müslüman grubu birbiriyle savaşınca, halifeliği terkederek ıslah edecek, kanı durduracak" dediği için Hz Mehdi, Hz Hasan'ın torunlarından biri olacak. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Türkiye'de de, kendisinin Mehdi olduğunu iddia edenler hiç eksik olmamıştır. Bu gibi kimseler, Mehdi beklentisinde olan birçok insanı aldatmış ve hislerini istismar etmiştir.

Mehdi, benim soyumdan gelecektir. İbn Mâce
Kıyamet kopmadan önce, Allahü Teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle dolar. Tirmizi, İmam-ı Asakir
Ehl-i Beytimden bir zat, yeryüzüne hâkim olmadıkça kıyamet kopmaz. Onun alnı açıktır, kemer burunludur. Yeryüzü zulümle dolu iken, o, dünyayı adaletle doldurur. İdaresi, yedi yıl sürer. Müslim
Mehdi bendendir, yeryüzünü hak ve adaletle doldurur. Ebu Davud
Dünyayı küfür kaplamadıkça Mehdi gelmez. İmam-ı Rabbani. Mektubat-ı Rabbani 2/68
Mehdi'nin başı hizasında bir bulut olacak, buluttan bir melek, "Bu Mehdi’dir, sözünü dinleyin" diyecektir. Ebu Nuaym
Eshab-ı Kehf, Mehdi'nin yardımcıları olacak ve İsa, Mehdi’nin zamanında gökten inecek ve Deccal ile harb ederken, Mehdi, İsa’ya yardım edecektir. İmam-ı Süyuti
Yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin, Zülkarneyn ile Süleyman idi. İkisi kâfir, Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, benim evladımdan biri yeryüzüne malik olacaktır. İmam-ı Süyuti
Nasıl helak olur, bir ümmet ki, başında ben, sonunda Meryem oğlu İsa ve ortasında da Ehl-i Beytimden Mehdi vardır. Hâkim, İmam-ı Asakir
Mehdi çıkınca, Allahü Teâlâ ona rahmetini indirir. İmam-ı Ahmed, Hakim
Mehdi gelince, bir bereket olacak, ümmetim rahat edecektir. İbn Ebi Şeybe
Mehdi, Ehl-i Beyttendir. Allahü Teâlâ onu bir gecede olgunlaştırır. İbn Mace, İmam-ı Ahmed
Mehdi, Kureyş’ten ve Ehl-i Beytimdendir. İmam-ı Ahmed

Kütüb-i Sitte'den Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, İbn Mâce, Tirmizî ve diğer hadîs âlimlerinin bildirdikleri bu hadîs-i şerîfleri ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin açıklamalarını, akıl ve îmân sâhibi hiç kimse inkâr edemez. Te'vîl (bir sözü veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme, çeviri, yorum, yorumlama) etmek de dinimize aykırıdır. Herkes dinin hükümlerini te'vîl etmeye kalkarsa ortada din diye bir şey kalmaz. Bu kadar açık deliller karşısında, Hz. Mehdî'nin ve Deccâl'ın gelip geçtiğini söylemek, büyük câhillik veya büyük taassup (bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünmeme durumu, bağnazlık) olur. Hz. Mehdî ve Deccâl gelmiş olsaydı, Kıyâmet de kopmuş olacaktı.

Hz Mehdi'nin doğum yeri Medine, biat (Egemenlik ilanı) yeri Mekke (Hacerü'l Esved ile Makam-ı İbrahim arasında çıkacak), İmam olacağı yer Kudüs, Fethedeceği yer Roma, hükümranlığı bütün dünyadır.


DECCAL

Kıyametin 10 Büyük Alameti'nden ilki ve en önemlisi

Hz Adem'den Kıyamet'in kopmasına kadar, olmuş, oluyor ve olacaklar içerisinde, Deccal'in gelişinden daha büyük bir hadise yoktur. Müslim

Deccal ortaya çıktıktan sonra inananların çoğu gavur olacak, insanlar karı - kuru peşine düşecek.

Deccal ortaya çıkana kadar inanmayanların (İman etmeyenlerin), Deccal çıktıktan sonra inanması mümkün olmayacak.

Deccal'in sağ gözü kapalıdır, dişleri ve tırnakları sivridir, alnında Arapça Kafir yazar, kendisine bakılmaması tavsiye olunur, çünkü görüpte ikna edemeyeceği kimse yoktur, neye benzeyeceğini merak edenler Örümcek Adam'daki Venom'un resmine bakabilirler.


Hz Mehdi 40 yaşında ilan edilecek, 7 yıl hüküm sürecek, bu 7 yıl boyunca Hz İsa ile arkadaş olacak ve onunla birlikte hareket edecek, Hz İsa'ya imamlık yapacak, 47 yaşında vefat edince cenazesini Hz İsa kıldıracak, Hz İsa da 40 yıl hüküm sürecek, Deccal'i öldürecek, Hz Mehdi'den 33 yıl sonra vefat edecek.
 Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Üye Olmayı Unutmayın.. Youtube Kanalım  >>> Eyüp Ertaş