Bu yazı da Hz Zülkarneyn ile alakalı, hem kendi düşüncelerimi hemde güçlü görüşlere yer vermeye çalışacağım.
Bazı alimlerin rivayetine göre, Yahudiler bir kaç kafiri kandırarak Hz. Muhammed (s.a.s)'e gelerek Ona şu üç şeyden sormalarını tavsiye etmişler: Ruh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn'in kim olduğunu sormuşlar. Bunun üzerine kehf suresi nazil olmuştur. Öncelikle zülkarneyn hakkındaki ayetlere bakalım;
Bir de sana Zülkarneyn'i soruyorlar. De ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım." (Kehf
Suresi, 83)
O'nu biz dünyada kudret sahibi kıldık ve muhtaç olduğu herşeye ulaşacak bir sebep verdik.
(Kehf
Suresi, 84)
O da (batıya doğru) bir yol tuttu. (Kehf
Suresi, 85)
Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı
ve onu kara balçıklı bir gözede batmakta buldu, yanında (kafir) bir
kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, ya (onlara) azab edersin veya onların hakkında iyi davranırsın." (Kehf Suresi, 86)
Zülkarneyn: "Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır" dedi. (Kehf Suresi, 87)
"Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükafat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz." (Kehf Suresi, 88)
Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 89)
Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu. (Kehf Suresi, 90)
İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır. (Kehf Suresi, 91)
Sonra (kuzeye doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 92)
İki seddin
arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. (Kehf Suresi, 93)
Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc bu dünya'da bozgunculuk çıkarıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sed yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94)
Zülkarneyn: "Rabbimin bana verdiği (imkan ve kudret, sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım" dedi.
(Kehf Suresi, 95)
"Bana demir kütleleri getirin" dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince "körükleyin!" dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır (katran)
dökeyim." (Kehf Suresi, 96)
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler. (Kehf Suresi, 97)
Zülkarneyn: "Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır" dedi. (Kehf Suresi, 98)
Yukarıda meâli sunulan âyetlere göre,
Zülkarneyn'in bazı özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür. Zülkarneyn,
üstün yeteneklere, geniş kudret ve imkanlara sahipti. Bilgili, kültürlü,
dünya coğrafyasının önemli bir kısmını bilen ve ilâhî yardıma mazhar
olan bir kişiydi. Zalimlere hadlerini bildiren, onları cezalandıran,
ahiret gününe kesin bir şekilde imân eden, ona göre hareket eden ve iyi
ahlaklı dindar toplumları himâye eden bir zattı.
İşte Zülkarneyn'in anlatıldığı ayetler bunlardı. ayetlerin tefsirleriyle birlikte Zülkarneyn ve Ye'cuc ile Me'cuc hakkındaki düşüncelere bakalım..
Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü ve
karneyn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, sahip ve
malik demektir. Karn ise, boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına
gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre
Zülkarneyn kelimesi iki boynuzlu ve iki zaman sahibi şeklinde tercüme edilir. Zülkarneyn'in Hz. İdris (Enok) olabileceği de söyleniyor. Çünkü tevratta da adı geçen Enok'un Zülkarneyn ile birçok benzerliği vardır. Enok tarih kitaplarınave hadislere göre hz idris dir. Enok'un Allah tarafından göğe yükseltildiği ve geleceği meçul olduğu tevratta anlatılır. Öncelikle kehf suresinde zülkarneyn anlatılırken ordaki "sebep" kelimesini açalım.
Serhat Ahmet Tan ve İskender Türe'nin Görüşleri
O'nu biz dünyada kudret sahibi kıldık ve muhtaç olduğu herşeye ulaşacak bir sebep verdik.
(Kehf
Suresi, 84)
Sebep kelimesi kuranda sadece 9 yerde geçmektedir ve bunun 4 tanesi kehf suresinde geçer. Zülkarneynde anlatılan sebebin ne manaya geldiğini anlamak için diğer ayetlerede bakmak lazım.
Firavun: "Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap. Ordan sebeplere erişeyim." dedi. (Mü'min Suresi, 36)
Burda firavun haman ismindeki yardımcısından ona bir kule yapmasını ve bu sayede sebeplere ulaşacağını söylüyor. burdaki sebep kelimesi gök manasına geldiği çok açıktır. Sebep kelimesi arapça kökü itibariyle ip anlamına gelmektedir. bu ip bir hurma ağacına tırmanmaya yarayan bir iptir. Yani göğe çıkmaya yarayan bir iptir. Bu demek oluyorki zülkarneyn göklere doğru bir yolculuk yapmış olabileceğini gösterir. Kehf suresi baştan sona gizemli bir sure ve tamamen zamanın nasıl davrandığını gösteren zamanı anlatan bir sure olduğunu anlayabiliriz. zira kehf suresindeki 7 uyurlar'ın hikayesi ve hz musa ile hızır aleyhisselamın kıssası da zaman ile ilgilidir.
Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı
ve onu kara balçıklı bir gözede batmakta buldu, yanında (kafir) bir
kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, ya (onlara) azab edersin veya onların hakkında iyi davranırsın." (Kehf Suresi, 86)
Burada çok açık bir şekilde "Güneşin Battığı yer" deniliyor. her nekadar bazı alimler bunu batı olarak düşünsede arapçada da güneşin gerçek anlamda batmasından bahsediliyor. eski alimler o günkü teknoloji ve mantığa göre böyle birşey olamaz deyip onu batı diye anlamışlardır. Bu gün güneşimiz galaksimizde belli bir yörünge de, günde 2 milyon km yol alıyor. Astrolojiye göre güneş küçük bir saptamayla hareket ediyor ve bu saptamanın sebebinin güneşi bir kara deliğin çektiğini gösterir. Buna "Solar Apex" denir. Güneşin doruk noktası, varacağı enson yer olarak tanımlanıyor. Arapçada "magribeş şemsi" kelimesini türkçeye çevirsek o da hemen hemen aynı anlama gelir. Zülkarneyn güneşin battığı yere ulaşınca orada bir güneş sistemiyle karşılaştı. Orada ki güneş bizim güneşimiz mi? yoksa başka bir güneş mi?.
Serhet Ahmet Tan: "Bu bizim geleceğimiz olabilir. Çünkü kehf suresi tamamen zamanı anlatan bir sure, bence zülkarneyn zaman yolculuğu yaptı ve bizim geleceğimize hatta yakın bir zamana muhtemelen 2000lerde balık çağının kapanıp kova çağının başlayacağı zamana tekabül ediyor."
Yani Zülkarneyn bir güneş sisteminin bir kara deliğe batarken buldu, bu bizim güneş sistemimiz mi yoksa başka bir güneş sistemimi bilmiyoruz. Orada bir kavim buldu ve Allah teala istersen onlara "Azab" et istersende onlara iyi davra dedi. Azab kelimesi hakikaten dehşet verici bir kelimedir, daha önce hiç kimseye azab et diye birşey söylenmemiştir hiçbir peygambere veya bir başkasına bu yetki verilmemiştir. Azab kelimesi doğrudan "Kıyameti" çağrıştırdığı için kıyametin o kara delik içerisinde olabileceği söyleniyor ( Allah alem en doğrusunu bilir ). Zülkarneyn onlara azab ettimi? yoksa bazılarını kurtardı mı? onu bilmiyoruz, çünkü bunula ilgili bir ayet veya bir hadis yoktur.
Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 89)
Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu. (Kehf Suresi, 90)
"Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu" Buradaki örtü kelimesi çok ilginçtir. Eski alimler bu kavim zenci kavmidir, çünkü çıplaklar ve güneşin sürekli vurduğu bir kavimdir dediler. Ancak; "Ve cealnel leyle libâsâ(libâsen)." Yani "Biz size geceyi örtü kıldık." yani bize geceyi güneşe karşı örtü kıldı, ama onlara örtü kılmadı. Burdan anlaşılacağı gibi Gecesiz bir yerden bahsediliyor.
Bu şu şekilde mümkün olabilir; Bir gezegenin her iki tarafında da birer güneş bulunursa ve bunlar eşit şekilde dönerse o gezegen sürekli olarak aydınlanır.Yada bu olaylar muhtemelen m.ö. 10 bin yıl önce gerçekleştiğini düşünürsek o zamandaki bir çıplak kavimi anlatıyor ve o zamanda dünya, daha uzun zaman güneş ışı aldığını düşünebiliriz.
Sonra (kuzeye doğru) bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 92)
İki seddin
arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. (Kehf Suresi, 93)
Burda geçen "sed" kalimesinin aslı "süd" dür. Kuranı kerim ilk indirildiği zamanda harekesiz inmiştir, sonra arapça bilmeyenlerin okuması kolaylaştırılması için hareke sonradan eklenmiştir. Süd; Sis ve bulut anlamına gelir. eğer onu sed değilde süd diye okursak, onları iki sis bulutu arasına hapsettiğini anlarız.
Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc bu dünya'da bozgunculuk çıkarıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sed yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94)
Zülkarneyn:
"Rabbimin bana verdiği (imkan ve kudret, sizin vereceğinizden) daha
hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların
arasına sağlam bir engel yapayım" dedi.
(Kehf Suresi, 95)
"Bana demir kütleleri getirin" dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince "körükleyin!" dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır (katran)
dökeyim." (Kehf Suresi, 96)
Bahsedildiği gibi kilometrelerce uzun, iki dağın seviyesinde, üstü demir bloglarıyla ve erimiş bakır kaplı bir sed oluşturulduğu anlaşılısa da dünya üzerinde böyle bir seddin izine rastlanmamıştır. Bu nedenle bu sed kelimesini süd diye okuyup onun bir sis bulutu şeklinde de anlayabiliriz. Eğer bu seddin dünya dışında olduğunu düşünürsek, ilk seddi "Orion kuşağı" ve ikinci seddi de "Astroit Kuşağı" olarak görebiliriz. Serhat Ahmet Tan, bunun gelecekte olacağını ve zülkarneynin zaman yolculuğu yaptığını düşünüyor.
Şimdi Diğer Önemli Tespitlere Ve Görüşlere Bakalım
NUH ÖNCESİ İNSANLIĞIN SAPKINLAŞMA SÜRECİ: YE'CUC-ME'CUC
Nuh
tufanından önce de Dünya öyle ifsada uğramış; ademoğulları öyle
azgınlaşmış; nesli ve nesebi öyle bozmuştu ki; insanlık tarihi böyle bir
olaya bir daha şahit olmayacaktı. İşte bu insanlık tarihinin en ilginç
ve dramatik ve bir daha şahit olunamayacak olayı; Ye'cuc-Me'cuc'un
ortaya çıkması, yeryüzünü baştan başa fesada uğratması olayıdır. Evet,
Yüce Rabb'imizin gazabını Dünya üzerine çeken olay budur ve Nuh tufanı
bu sebeple dünya insanlığını vurmuştur. Evet, evrenselNuh tufanını davet
eden insanlık tarihinin bu en önemli "azgınlaşma-şeytanlaşma süreci"ni
kısaca özetleyelim ve arkasından da kanıtlarını verelim.
Azazel,
melek boyutundan düşürülerek iblisleşmiş ve lanetli olarak
ademoğullarının peşine düşmüş; Adem'i cennetten kaydırdığı gibi
oğullarını da "Hak Yol"dan saptırıp, şeytanlaştırmak için elinden geleni
arkasına koymamıştır. Azazel iken kendisine tabi olan cinlerin ileri
gelenlerinin ayağını kaydırarak; onları da kendisi gibi
şeytanlaştırmıştır. Arkasından da İblis,Allah'a olan teslimiyetlerini
bozan bu şeytanlaşmış cinlerini, ademoğlunun kızlarıyla yasak olan
ilişkiye teşvik etmiştir ve bu sapkın ilişki böylece başlamıştır.
Kısacası,
Nuh tufanından önce yeryüzünde bugüne benzer küresel bir hakimiyet
kurmuş olan bir toplumun; muhtemelen "Mu-Atlantis"in, "üstün insan";
yani "cin-insan" arzularını yem olarak kullanan İblis, insanlığı
Ye'cuc-Me'cuc belasına ve arkasından da Tufan felaketine sürüklemiştir.
Şimdi bu konuyu deliller ışığında gözden geçirelim:
İŞTE VAHYE DAYALI DELİLLER:
KUR'AN: SÜNNETULLAHI ORTAYA KOYUYOR
1) Kur'an, Ye'cuc- Me'cuc oluşumuna yol açacak "insan-şeytan ilişkileri"ni bize şöyle bildiriyor:
Muhakkak
onlar(müşrikler), O'nun(Allah'ın) dışında, dişileri(cinleri-perileri)
çağırıyorlardı. Onlar, (gerçekte) (kovulmuş) asi şeytandan başkasını
çağırmıyorlardı.
Allah, onu lanetledi ve o(Şeytan) dedi ki:
"Elbette, Sen'in kölelerin içinden belirlenmiş bir zümreyi,
kendime(köle) edineceğim."
"Ve elbette onları saptıracağım,
ümitlendireceğim; onlara, hayvanların kulaklarını kesmelerini
emredeceğim.Elbette yine onlara, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini
emredeceğim. "Kim, Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, muhakkak o,
apaçık bir hüsrana uğramıştır.
(Şeytan), onlara vaad ediyor, onları ümitlendiriyor. Oysa Şeytan, onlara aldanmadan başkasını vaad etmez.
[NİSA(4)/117-120]
O
gün (Allah) onların hepsini toplar: "Ey cin topluluğu, siz insanlardan
kendinizi çoğaltmak istediniz." (Bunun üzerine) onların(cinlerin),
insanlardan dostları olan kimse dedi ki: "Rabb'imiz, bazımız, bazımızdan
yararlanıp, bizim için takdir ettiğin süreye ulaştık." (Allah) dedi ki:
"Allah'ın dilediklerinin dışında onların barınağı ateştir, orada
kalıcıdırlar. Muhakak senin Rabb'in Hakim'dir, Alim'dir."
[ENAM(6)/128]
Muhakkak İblis, onlar(insanlar) üzerindeki zannını doğruladı. Müminlerden bir grup hariç ona(İblis'e) tabi oldular.
[SEBE(34)/20]
Biz,
onlara yakınlar(cin-şeytanlar) hazırladık. Onlar(cin-şeytanlar),
onların önlerinde ve arkalarında olanları güzel gösterirler. Onlardan
önce geçmiş olan ümmetler içindeki insan ve cinler gibi, onlara da
söz(azap) hak oldu. Muhakkak onlar hüsrana uğrayanlardır.
[FUSSİLET(41)/25]
Şeytan
onları kaplamıştır; böylece onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur.
Böyle olanlar, şeytan hizbidir. Dikkat edin! Muhakkak şeytanın hizbi
olanlar, hüsrana uğrayanlardır.
[MÜCADELE(58)/19]
TORA(TEVRAT): OLAYI İFŞA EDİYOR
2) Tora'nın Bereşit(Tekvin) bölümünde, Ye'cuc-Me'cuc'un ortaya çıkışı açık bir şekilde şöyle özetleniyor:
İnsanoğlu, toprak üzerinde çoğalmaya başlayıp kızları doğunca,
Tanrı'nın oğulları, insan kızlarının iyi olduklarını gördüler ve her şeçtiklerinden kendilerine eş aldılar.
Tanrı:
"Ruhum insanı sonsuza dek yargılamayacak; çünkü o etten başka bir şey
değil. Günleri 120 yıl olacak" dedi.Devler(Nefilim) o günlerde ve daha
sonraları yeryüzündeydiler. Tanrı'nın oğulları, insan kızlarına
gelmişler ve(devlere) baba olmuşlardı. (Devler) ezelden beri en
güçlülerdi; şöhretli kişilerdi.
Tanrı yeryüzünde insanın kötülüğünün
artmakta olduğunu gördü. (İnsanın) en derin düşüncelerinin yarattığı
eğilimler, gün boyunca, sadece kötüyeydi.
Tanrı: "Yaratmış olduğum
insanoğlunu yeryüzünden sileceğim, – insandan evcil hayvanlara, yer
hayvanlarına ve gökyüzündeki kuşlara kadar-" dedi.
Fakat Noah, Tanrı'nın gözünde beğeni bulmuştu.
Bereşit(Tekvin): 6/1-5, 7-8
"Tanrı'nın
oğulları" yerine Tora tefsircileri "yöneticilerin oğulları" veya
"hakimlerin oğulları" ifadesini kullanmışlardır. Bizce bu "Tanrı'nın
oğulları" ifadesi, ancak mecazi anlamda doğrudur ve İblis'in "düşmüş
melekler" diye yutturmaya çalıştığı;düşmüş cinler; İblis hizbi olan
cinler; yani şeytanlardır. Tüm erkek olan insan ve cinler; mecazi
anlamda Tanrı oğulları gibidir. Sonsuz Yüce Rabb'imiz tüm noksan
sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı hiçbir varlığa benzemez, doğmamış,
doğurmamış, bizzat var olan, varlığını hiçbir şeye muhtaç olmayan
"Gerçek ve Tek İlah"tır. Aksini ne Kur'an ne de gerçekTevrat kabul eder.
Önceden
Azazel'le beraber Yüce Allah'a teslim olan "cinlerin lider kadrosu"ndan
bir grup; Azazel'e tabiydi. Azazel, meleklikten düşüp iblisleşince,
onun yanında yer aldılar; böylece Hak'tan saptılar ve İblis yandaşı
oldular. İşte bunlar, İblis'in teşvikiyle insan kızlarıyla ilişki
kurdular ve Devler(Nefilim); yani Ye'cuc ve Me'cuc böylece ortaya çıktı.
Kur'an'ın
ayetleriyle Tora'daki ifadelerden; Tufan'a muhatap olan insanlığın
nasıl azgınlaşıp-şeytanlaştığı; İblis hizbinin kontrolüne girdiği açıkça
görülmektedir. Kur'an, Enam(6)/128'de; "cinlerin, insanlardan
kendilerini çoğaltmak istediklerini" bize açıkça bildirmiştir.
PEYGAMBERİMİZ: YE'CUC-ME'CUC'U TAVSİF EDİYOR
3)
Peygamberimiz; Kur'an'ın bu konudaki ayetlerine açıklık getirmiş;
özellikle Ye'cuc-Me'cuc'un nasıl ortaya çıktığına değil;Yaklaşansaat'te,
Deccal'e köle olan insanlığın efendilerini nasıl helak edeceğine
şiddetle vurgu yapmıştır. Ancak aşağıdaki birkaç hadiste de
Peygamberimizin, Ye'cuc-Me'cuc'u vasfettiğini görmekteyiz. Bu
yaratıkların Adem soyu olduklarını,insanlığı-dünyayı ifsad edeceklerini
belirtmiş; boylarına, çoğalmalarına-sayılarına ve kavimlerine atıfta
bulunmuştur:
İbn Amr bin el-As şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v.), buyurdu: "Ye'cuc-Me'cuc, Adem'in neslindendir. Onlar,
insanlara gönderilse, onların yaşantılarını ifsad ederler. Onlardan biri
arkasında, zürriyetinden binden fazla kişi bırakmaksızın ölmeyecek.
Onların arkasında üç ümmet vardır: Tavil, Tarnes ve Mensek."
Rudani, C.5, H.no: 9930, s.372
Huzeyfe rivayet etmiştir ki:
Resulullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: "Ye'cuc bir ümmettir. Me'cuc da bir ümmettir.
Her bir ümmet, dört yüz bin ümmettir. Onlardan bir adam, sulbünden eli
silahlı tam bin erkek görmeden ölmez."
Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Onları bize anlatır mısın?"
Dedi
ki: "Onlar üç sınıftır. Onların bir sınıfı 'erz' gibidir." Soruldu ki:
"Erz ne demektir?" Resulullah (s.a.v.) dedi ki: "O, Şam'da bir ağaçtır
ki o ağacın uzunluğu yüz yirmi arşındır(12 arşın mı?). Göğe doğru
yükselir." buyurdu ve ondan sonraPeygamber (s.a.v.), şunu ilave etti:
"İşte bunlara ne dağ dayanır ve ne de demir. Onların ikinci sınıfı da
kulaklarının birini serer, ötekini de kendisine yorgan yapıp öyle yatar.
Fil, yabani hayvan, deve ve domuz ne görürlerse yerler. Onlardan birisi
öldüğünde de onu yerler. Onların bir ucu Şam'da, bir ucu Horasan'da
olacaktır. Doğu nehirlerinin tümünü ve Taberiye gölünü de içeceklerdir."
Rudani, C.5, H.no: 9931, s.372
ENOK(İDRİS): YE'CUC-ME'CUC'U İFŞA EDİYOR
Güney
Afrika'da Swaziland-Mpaluzi kasabası yakınlarında bulunan 4 feet(120
cm) uzunluğunda Dev ayak izi. Bu ayak izine dayanarak "Devler"in boyunu
hesaplarsak yaklaşık 8-9 metre olur.
İş
adamı ve pramit araştırmacısı Gregor Spörri'nin Mısır'da resmini
çektiği " kesilmiş dev parmağı". Mumyalanmış vaziyette saklanmış bu
işaret parmağının uzunluğu 38 cm'dir. Bugün normal bir insanın parmağı
ise 7-8 cm civarındadır. Bu uzunluğa dayanarak parmağın sahibi olan
"devin boyu"nu hesaplarsak; yaklaşık olarak 8-9 metre çıkar.
4)
Ye'cuc-Me'cuc; yani "Devler"in, tarihin hangi döneminde müşahede
edildiği, nasıl ortaya çıktığı ve nasıl Nuh tufanıyla helakın geldiği,
en açık bir şekilde "Enok'un Kitabı"nda açıklanmaktadır. "Enok'un
Kitabı"ndan aşağıya aldığımız metin okunurken parantez içi açıklamaların
bize ait olduğu bilinmelidir:
"1. İnsanoğulları çoğalınca, güzel ve alımlı kızları oldu.
2.
Gözcüler(cin-şeytanlar); göklerin çocukları, onları(insan kızlarını)
görüp onlara karşı şehvet hissettiler. Birbirlerine dediler ki: ''Gelin
insanların arasından kendimize eşler seçelim ve onlardan çocuklarımız
olsun.''
9. Liderlerinin isimleri şöyleydi: Semyaza, Araklba, Rameel,
Kokablel, Tamlel, Ramlel, Danel, Ezeqeel, Baraqiyal, Asael, Armarel,
Batarel, Ananel, Zaqiel, Samsapeel, Satarel, Turel, Yomyael, Sariel. İki
yüz gözcünün liderleri bunlardı. (Bunlar; 19 kişilik gözcü-cin-şeytan
lider grubu. İblis'in yalanıyla, düşmüş melekler.)
10. Bunlara tabi
olan diğer tüm gözcüler (ki bunların da sayısı 200'dür)birlikte
kendilerine eşler aldılar. Her biri kendine bir eş seçti ve onlarla
birleşmeye, kendilerini onlarla kirletmeye başladılar. Onlara büyüler
öğrettiler.
11. Sonra kadınlar hamile kaldı ve boyları 135 metre(13.5 metre mi?) olanDevler doğurdu.
12. Sonunda insanlar, onları besleyemeyecek hale gelene kadar, bu devler insanların ürettiği her şeyi tüketti.
13.
Ve Devler, yemek için insanlara döndü ve onları yediler. Kuşlara,
yabani hayvanlara, sürüngenlere, balıklara karşı günah işlemeye ve sonra
birbirlerinin vücutlarını yemeye, hatta kanını içmeye başladılar.
(Enok'un Kitabı 7. Bölüm)
Anlaşıldığına
göre bu cin-şeytanlarla, insan kızlarının birleşmesinden ortaya çıkan
Devler(Ye'cuc-Me'cuc), bir süre sonra insanları ve canlıları yemeye
başlıyorlar. İşte böylece dünya ve insanoğlu büyük bir ifsada uğruyor.
Bize göre devler; yani Ye'cuc-Me'cuc; aralarında bazı kavmi özellikler
gösterse de; esas iki ana gruba ayrılıyorlardı. Birincisi Ye'cuc;
Peygamberimiz tarafından da "Erz ağacı"nın boyuyla tavsif edilen dev
adamlar. İkincisi Me'cuc; yani boyları oldukça kısa olan cücelerdir.
Ye'cuc
ve Me'cuc'un, kontrol edilemez boyutlarda yeryüzünde fesat çıkarması ve
insanoğlunun feryatları üzerine Baş melekler, Rab'lerine yakarırlar ve
daha sonra da Nuh tufanı gelir. İşte Enok'un(İdris'in) kitabından bu
duruma işaret eden ifadeler:
"1. Sonra Mikail ve Cebrail,
Rafael, Suriel, Uriel göklerden aşağı bakıp, dünyada dökülen hesapsız
kanı, işlenen sınırsız kötülükleri gördü. Birbirlerine dediler ki:
2. ''Boşalan dünyanın çığlıkları göklerin kapısına ulaştı.
3.
İnsanların ruhları bize sesleniyor ve durumlarını En Yüce'ye(Allah'a)
bildirmemizi istiyorlar.'' Onlar da Kral'a(Allah'a) dediler ki...
5.
Azazel'in neler yaptığını, dünyaya nasıl tüm kötülükleri öğrettiğini,
göklerin ebedi sırlarını nasıl ifşa ettiğini gördün." (Enok'un Kitabı 9.
Bölüm)
ENOK(İDRİS) KİMDİR?
Yeryüzünde Ye'cuc-Me'cuc
ifsadına şahit olan Enok kimdir? Burada hemen şunu hatırlatmalıyız ki;
Enok(Hanoh), İdrispeygamberdir. Enok; Kur'an'da ve Tora'da ismi geçen
bir peygamberdir ve Nuh'un atasıdır. Yani Nuh'un dedesinin
babasıdır.Tora'da; Hanoh(Enok)'un oğlu Metuşelah, onun oğlu Lemeh, onun
oğlu da Noah(Nuh) diye yazılıdır. Enok'un 365 yıl Dünya'da yaşadıktan
sonra yükseltildiği bildirilir. Esasında, Enok'un ataları ve torunları
yaklaşık 1000 sene yaşadığı halde; Enok, 365 yıl yaşamış daha sonra
Azazel gibi Baş melekler boyutuna yükseltilmiş ve zaman zaman meleklerle
beraber görevli olarak Dünya'ya gelmiştir. Nitekim birçok peygambere ve
özellikle Musa ve Süleyman'a arkadaşlık ettiğini Kur'an'dan biliyoruz.
Kur'an'da
İdris olarak geçer. Arapça "drs" kökünden "idris"; ders görmüş-ilim
sahibi anlamına gelir. Aynı zamanda Rabb'ineyükseltilmiş bir
peygamberdir. Allah katından "özel bir ilme"(ilmun ledun) sahiptir.
Hızır; diye halk arasında bilinen veMusa'yla yolculuk eden, ona ders
veren ve Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar Süleyman'a getiren
odur. Ancak İblis ve cin-şeytanlar, insanların bu "Hızır kültü"nü
kullanarak insanları ve dostlarını rüyalarda yahut gerçek hayatta
kandırmışlar ve kendi mesajlarını bu yolla vermişlerdir. Halen İblis, bu
"Enok-İdris-Hızır" formunu kullanarak; birçok mutasavvıfları,
kabalacıları ve çağın cahillerini kandırmaya devam etmektedir. İşte
Kur'an'da İdris peygamberle ilgili ayetler:
(Musa) kölelerimizden
bir köleyi(İdris-Hızır) buldu ki; Biz, ona katımızdan bir rahmet vermiş
ve nezdimizden bir ilim(ilmi ledun) öğretmiştik.
[KEHF(18)/65]
Kitap'ta İdris'i de hatırla. Muhakkak o, bir sıddıktı ve nebiydi.
Biz onu yüce bir 'mekan'a(makama) yükseltmiştik.
[MERYEM(19)/56-57]
(Süleyman'ın)
yanında, Kitap'tan ilim verilmiş bir kimse(İdris) dedi ki: "Sen gözünü
açıp kapayıncaya kadar, ben, onu sana getiririm." Derken (Süleyman)
tahtı, yanında dururken gördü, dedi ki: "Bu, Rabb'imin bana
fazlıdır(lütfudur). Rabb'im, kendisine teşekkür edecek miyim, yoksa
örtecek miyim diye beni denemektedir. Her kim, teşekkür ederse, onun
teşekkürü kendisi içindir. Her kim de örterse; muhakkak benim Rabb'im,
Gani'dir(ihtiyaçsızdır), Kerim'dir(üstündür-cömertdir).
[NEML(27)/40]
İNSAN TOPLUMLARINI BAŞTAN ÇIKARANLAR: CİN-ŞEYTANLAR
Anladığımız
kadarıyla, Azazel melek boyutundayken, "cin toplumu"nun liderlerinden
19 kişi onun yardımcıları idi. Bunlar, kendilerini tamamen Allah'a
adamış, O'nu melekler gibi tespih ve takdis eden önderlerdendi. Bu
sebeple de adeta cennetlere; 2. Sema'ya yolculuk edebiliyorlar;
meleklerin konuşmalarını; Allah'tan gelen talimatları
dinleyebiliyorlardı. Azazel, İblisolunca, aldatıcı-yaldızlı laflarla
bunların da ayaklarını kaydırdı. Böylece İblis'in kölesi ve lanetli
şeytanlar oldular. İblis'in; "düşmüş melekler" dediği işte cinlerin
ileri gelenlerinden olan bu 19 kişidir. Bu 19 kişilik "öncü cinler" de,
kendilerine bağlı olan cinleri saptırdılar ki bunların da sayısı,
Enok'a(İdris'e) göre 200'dür.
Arkasından bütün bu cinlerin
reisleri ve tabiinleri, İblis'in emrine girerek; nesli bozmak için
temasta bulundukları zamanın toplumlarını "cin boyutlu üstün insan
olmak" vaadiyle kandırmışlardır. Böylece insan kızlarıyla birleşerek
"Devler"in(Ye'cuc-Me'cuc'un) babaları olmuşlardır. Yüce Allah'ın
yasalarını çiğneyen herkes, sünnetullah gereği lanetlenerek kendilerini
ve çocuklarının geleceklerini tehlikeye atarlar. Enok, insanlığı uyarmak
için kitabında bunları detaylı bir şekilde anlatmıştır. Ancak biz
konuyu uzatmamak için bunları aktarmıyoruz. Diğer taraftan "Ölü Deniz
Parşömenleri Kumran Yazıtları"nda benzer anlatımlar vardır. Nitekim
Kumran metinlerinden "devler olayı"nı ve "Nuh tufanı"nı kısaca şöyle
özetleyebiliriz:
"Bütün bunlar, seçtikleri arasından kendilerine
eş seçtiler, onların yanına gitmeye başladılar ve onlarla kendilerini
kirlettiler. Onlara büyücülük ve sihirbazlık öğretmek için... Onlardan
hamile kalıp devleri doğurdular...
"Güçlü Olan(Allah), onlara
haykırdı ve Dünya'nın bütün temelleri sallandı ve dipsiz kuyulardaki
sular fışkırdı. Göğün bütün pencereleri açıldı ve dipsiz kuyulardan
çıkan güçlü sular sele dönüştü. Göğün pencerelerinden yağmurlar boşaldı
ve O,Tufan'la onları yok etti... Bu nedenle kuru toprak üzerindeki her
şey helak oldu; adamlar, hayvanlar, kuşlar ve kanatlı yaratıklar öldü.
Devler kaçmadı..."
Ye'cuc-Me'cuc, Enok zamanında ortaya çıkmış,
torunu Lemeh'in oğlu Nuh zamanında da "Nuh tufanı"yla Dünya yaşayanları
cezalandırılmıştır. Devler, iblislere tabi olan insanlığı tekrar
cezalandırmak için Yaklaşansaat'te tekrar yeryüzüne çıkarılmak üzere yer
altına geçirilmişlerdir. Ne ölmüşler, ne de kaçıp kurtulmuşlardır,
saklı bulundukları yer altı sığınakları batmıştır. Zamanı geldiğinde bu
Devler(Ye'cuc-Me'cuc), serbest bırakılacaklar ve Deccal'e tabi olanlara
her bir tepeden saldıracaklardır.Ye'cuc-Me'cuc'un, Yaklaşansaat'te Dünya
insanlığı için nasıl bir tehdit oluşturduğu; Kur'an'da, "Sahih
Sünnet"te ve "Eski Ahit"te muhkem ve şiddetli bir şekilde ortaya
konmuştur.
Ancak biz bu noktadan sonra, "Ye'cuc-Me'cuc devlerini
ve cüceleri"ni üreten çağa ve toplumlara ışık tutmaya çalışacağız. Bu
konuda başvuracağımız kaynaklar, doğrudan kutsal kitaplar ve vahiy
kaynakları olmayıp; eski kavimlere ait tarihi-arkeolojik araştırmalar
olacaktır. Yani her ne kadar sözünü ettiğimiz bu çalışmalar, bilimsellik
iddiasında olsalar da; alanın kayganlığı ve belirsizliği dolayısıyla,
bizim de varacağımız sonuçlar elbette tartışılır olacaktır.
Bu
bölümdeki temel yöntemimiz, tüm verileri yine Kur'an'ın ve Vahyin
ışığında analiz etmek ve muhtemel sonuçlara ulaşmaktır. O halde burada
temel sorularımız şunlar olacaktır: dünyayı ifsada ve dehşete düşüren
Ye'cuc-Me'cuc; hangi zamanda ortaya çıktı? Bu fesat yaratıklarını
doğuran "eski çağların hegemon kavimleri" ve bunların Dünya üzerindeki
küresel etkileri nasıldı? Neden böyle evrensel bir felaket ortaya çıktı
ve Sonsuz Yüce Rahman'ın Kahhar sıfatı tecelli etti? Bir benzeri olmayan
ve olmayacak olan Nuh Tufanı sonucunda Ye'cuc-Me'cuc'un akıbeti ne
oldu? Evet bu soruları daha da çoğaltabiliriz... Mu ve Atlantis gibi
antik toplumlar bunun neresinde? Bu en eski iki toplumun ataları,
oluşumu ve yurtları hakkında ne biliyoruz? Bu toplumlar, gelişmiş bir
uygarlık mı, yoksa bugün İblis'in ordusunun Dünya'yı ele geçirmek için
ürettiği "galaktik uzaylı-insan uygarlığı" yaldızlı hapının yutturulduğu
"yozlaşmış-şeytanlaşmış toplumlar" mı?
Bu soruları, insanoğlunun
Dünya gezegenine atılma ve orada çoğalıp yayılma serüvenini ortaya
koyarak cevaplamaya çalışacağız. Şu andan itibaren ortaya atacağımız
görüşler; vahyi-dini-bilimsel kanıtlar ışığında "alternatif bir tez"dir
ve elbette tartışmaya açıktır. Ancak biz, bu tezin, gerçeklik
ihtimaliyetinin yüksek olduğuna inanmaktayız.
LEMURYA, MU, ATLANTİS ÜÇLÜSÜ: YE'CUC-ME'CUC(DEVLER) ÜRETTİ VE HELAK OLDU
Araştırmamızda
geldiğimiz noktayı kısaca tespit etmeliyiz ki; bu iki insan, bir de
cin-şeytan toplumunun neden helak olduklarını anlayabilelim. "Güney
Arabistan"da Dünya yaşamına başlayan Ademoğlu'nun Kabil kolunun, Asya'ya
geçmesiyle başlayan doğuya yayılma serüveni, Nuh tufanına kadar Mu ve
Atlantis toplumlarını oluşturmuştur. Kabil soyu toplumlarının, "kadim
dini-kültürel felsefeleri"nin oluşumunda ve gelişiminde en büyük pay; bu
iki insan toplumunun arasında yaşayan "Lemurya cin-şeytan toplumu"na
aittir. Lemurya, cin-şeytan toplumu, en eski toplum olan Mu ve onun
devamı olanAtlantis'in arasında Pasifik'te yer almaktaydı. Lemuryalı
şeytanlar, bir üst boyutta olmaktan kaynaklanan görünmezlik
yeteneklerini kullanarak, bu toplumları sinsice yönlendirmiş; insan
neslini bozmakla kalmamış, insanlık tarihini adeta
"paganizme-putperestliğe-panteizme" mahkum etmiştir.
Bu iki
topluma başlangıçtan itibaren rehberlik eden, onları manipüle eden; her
türlü doğal olayların arkasındaymış süsünü vererek, onları korkutan ve
"Mu-Atlantis çok tanrıcı kadim Ra(Güneş) dini"ni oluşturan işte bu
"Lemurya cin-şeytanları"dır. Mu ve Atlantis'in felsefi takipçisi olan
Mısır, Sümer, Babil, Çin, Hint, Yunan ve Roma toplumları da aynı "Güneş
dini"nin zamana ve şartlara bağlı çeşitli versiyonlarını
yansıtmaktadırlar.
Mu ve Atlantis'in "şeytani felsefesi", bu
toplumlarda egemen olunca, insanlık tarihinde o güne kadar görülmemiş
bir şekildeAllah'ın koyduğu sınırlar zorlanmış, insan fıtratı ve nesli
bozularak büyük bir suç işlenmiştir. İlk ve belki de son
defacin-şeytanlar, insan soyu ile birleşerek lanetli bir neslin ortaya
çıkmasına sebep olmuşlardır. Kimdir bu lanetli nesil? Elbette "devler"
yahut diğer ismiyle Ye'cuc-Me'cuc... Evet, yukarıda delilleriyle ortaya
koyduğumuz gibi Ye'cuc-Me'cuc;yani "devler", baştan çıkarılmış Mu ve
Atlantis toplumlarının, cin-şeytanlarla olan ilişkisinin bir ürünüdür.
Bu "üçlü kadim toplumun helakı"nın asıl sebebi; Sonsuz Yüce Rabb'imizi
ve O'nun tüm yasalarını örterek, İblis'e köle olmalarıdır.
Taberi,
"Milletler ve Hükümdarlar Tarihi" kitabında, Ye'cuc-Me'cuc'un, Mu'nun
oğulları olduğunu; Hazar ve Türktopraklarının doğusunda ortaya
çıktıklarını söyler. Ve yine Saklep, Burcan ve Uşpan'ların da
Yuvan(Yuan)'ın oğulları olduğunu ifade eder ki; bu kavimlerin, Mu'yu
meydana getirdiği kanısındayız.
"Ölü Deniz Parşömenleri Kumran
Yazıtları"nın "Yaratılış Çağları (4QI80)" bölümünde; İblis ve onun
meleklerinin(!); yanigözcüler denen cin-şeytanların, insan kızlarına
yaklaştığı, onların da "devler"i doğurduğu ve böylece yeryüzünde fesadın
vekaosun yayıldığı vurgulanır.
Ye'cuc-Me'cuc'ların kimler
olduklarını; yeryüzünü nasıl fesada, zulme boğduklarını ve arkasından
Allah'ın azabının nasıl kaçınılmaz hale geldiğini, Enok(İdris)
peygamber, en çıplak bir şekilde özetliyor:
"Bölüm 15:
8.
Şimdi bu ruhtan ve etten olma devlere, dünyada kötü ruhlar denecek ve
mekanları dünya olacak. İnsanlardan ve gözcülerden doğdukları için
onların bedenleri kötü ruhlara hizmet edecek. Göğün ruhlarının mekanı
gökler, dünyada doğan dünya ruhlarının mekanı, dünyadır.
9. Devlerin ruhları, dünyaya zulüm, yozlaşma, savaş ve bela getirecek.
10.
Feryatlara neden olacaklar. Onların yemeğe ihtiyacı yoktur, ama yine de
acıkırlar, susarlar. Ve suç işlerler. Bu ruhlar, insanoğullarına,
özellikle kadınlara zulmedecek, çünkü onlardan çıktılar."
"Bölüm 9:
1.
Sonra Mikail ve Cebrail, Rafael, Suryal, Uriel; göklerden aşağı bakıp
dünyada dökülen hesapsız kanı, işlenen sonsuz kötülükleri gördü.
Birbirlerine dediler ki:
2. ''Boşalan dünyanın çığlıkları, göklerin kapısına ulaştı...
8. Kadınlardan devler doğdu.
9. Sonra da tüm dünya kan ve günahla doldu.
10. Bak şimdi ölenlerin ruhları ağlıyor.
11. Ve çığlıkları cennetin kapılarına ulaşıyor."
İşte
helakın gerçek sebep budur. Nuh tufanı gibi "evrensel bir helak"ın
gerçek sebebi budur. Bu sapkın "cin-insan ilişkisi"nin vahiy kaynaklı
delillerini, son olarak vereceğimiz mitolojik kanıtlarla
zenginleştireceğiz. İnsan-cin toplumlarının ürettiği "devler"in; yani
"Ye'cuc-Me'cuc"un varlığının ve insanlığın başına nasıl bela olduğunun
bir başka kanıtı olan "devler mitolojisi"ne bir göz atacağız:
DEV MİTOLOJİLERİ": "YE'CUC-ME'CUC BELASI"NIN BİR BAŞKA KANITIDIR
Nevada'daki "Humbolt Müzesi"nde, Lovelock mağarasında bulunan Dev iskeletlerinden birine ait bir kafatası.
Hemen
hemen tüm toplumların efsanelerinde, masallarında "devler"den söz
edilir. "Devler", tüm insanlığın ortak hafızasında silinmez, derin izler
bırakmıştır. Kimdir bu "devler?" Neden tüm milletlerin efsanelerinde
"devler" denen bu acaib yaratıklar yer alır? Mu, Atlantis, Yunan,
İskandinav, Güney Amerika, Avrupa, Kafkas, Türk, Pers, Moğol, Hint vs.
eski toplumların kendilerine has "devler mitolojisi" ve bu "devler"le
mücadele eden kahramanları vardır. Bu ortak ve adeta mütevatir bir
mertebeye ulaşan "devler"in varlığıyla ilgili metinler, mitoloji olsa da
bir gerçeği yansıtmıyor mu? Kaldı ki Kur'an, Tevrat, İncil ve tüm vahye
dayalı açık-saklı metinlerde bu gerçeğe ışık tutulmaktadır. Kur'an'da
"Ye'cuc-Me'cuc", Tevrat'da "Yegog-Megog", Enok(İdris)'de "Devler"
gibi... Bakalım Wikipedia'da devler nasıl tanımlanıyor:
"Dev,
birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde yer alan
birdoğaüstü yaratık. Genellikle insan görünümünde fakat anormal
büyüklükteve çok kuvvetli tasvir edilmiştir. Kadın veya erkek olabilir.
Farklı bölgelerin mitolojilerinde, kökenlerine dair farklı inanışlar
vardır. Örneğin Hint-Avrupa mitolojilerinin çoğunda, kaos ile
ilişkilendirilmiş lanetli bir ırktır ve yabani bir doğası vardır."
Taberi,
"Milletler ve Hükümdarlar Tarihi"nde, Kaf dağında yaşayan ve
kendilerine zarar veren "devler"den şikayet eden bir kavmin diliyle, bu
"devler"i; yani Ye'cuc-Me'cuc'u bize şöyle anlatır:
"Ey Şah! Bu
dağın ardında bir taife insan vardır ki onlara Ye'cuc ve Me'cucderler.
Kimisinin boyu bir karıştır. Kimisinin ise uzundur. Yüzleri adama
benzer. Dişleri domuz dişi gibi ağızlarının dışındadır. Kulakları ise
boyları kadardır. Başlarından ayaklarına kadar vücutlarını kıl
tutmuştur. Yedikleri yazları yılan, kışları ise ottur. Daima
yurtlarından çıkarlar, gelirler bizi incitirler. Burada ne görürlerse
alırlar."
Taberi, "Tarih-i Taberi"de; Kaynan'ın oğlu yahut torunu
Keyumers'in, "devler"le savaşından ve onları nasıl etkisiz hale
getirdiğinden bahseder. Bu anlatımlardan bir bölüm aşağıda verilmiştir:
"(Keyumers),
devlere saldırdı. Devler de Keyumers'in heybetinden korkup kaçtılar.
Onun oğulları nicesini esir etti. Keyumers, o tutulan devleri, Allah'u
Teala'nın adı ile bağladı. İşinde kullandı. Oğulları, devlere ne iş
buyursalar yaparlardı. Bir yere gidilse üstlerine binilirdi. Devler,
oradan bir türlü kurtuluş yolu bulamamışlardı. Allah'u Teala'nın adından
dolayı da bu halka ziyan ve zararda bulunamazlardı."
"Tarih-i
Taberi"de, Mu ve Atlantis döneminde "devler"in ve "cinler"in gözle
görüldüğü, ancak Nuh tufanından sonra kayboldukları ifade edilir:
"O
tarihte devler ve periler gözle görülebilirdi. Öyle ki insanlarla,
onlar arasında dostluk, düşmanlık, cenk ve barış halleri olurdu. Bu hal,
ta Nuh zamanına kadar sürdü. Tufan'dan sonra periler ve devler gözden
kayboldu."
"Mitoloji Sözlüğü" Tibet maddesinde şunları yazar:
"14.
yüzyıldan kalma bir metin olan 'Kralın Sözlerinin Kitabı'nda; çok daha
eski geleneklerin varlığı dile getirilmektedir. Bölümlerden birinde ilk
kralın iktidarından önce Tibet'e hakim olan şeytansı mitik yaratıklar
anlatılır. Önce siyah bir şeytanhüküm sürdü ve ülke, şeytanlar ülkesi
diye tanındı. Bundan sonar Niyen-po ve Cin-po isimli cinler çıktı. Sonra
bir şeytan ve bir Dev anası hüküm sürdü. Ve ülke iki kutsal öcü ülkesi
diye tanındı. Buradan et yiyen kırmızı yüzlü yaratıklar ortaya çıktı.
Sonra yılanlar ve güçler hüküm sürdüler ve ülkenin tamamı Tibet adını
aldı.
"Çin'in Seu-çuan eyaletinin batısında yaşayan Kiangların
mitolojisi, onların önce başka yerlerde yaşadıklarını, daha sonra
bölgelerine göç etmek zorunda kaldıklarında 'Qa' adı verilen
yaratıklarla mücadele etmek ve onları burdan kovmak zorunda kaldıklarını
anlatır. Bu 'Qa'lar, güçlü ama aptal yaratıklar olarak gösterilmiştir.
Geniş ve sağlam yapıları,uzun dişleri vardı, mağaralarda yaşarlardı."
İskandinav
topluluklarından olan ve antropoloji yönünden Moğol sayılan Finlilerin
milli destanı "Kalevala"dan; Vipunendevi'yle savaşan kahraman ozan
Vainamöinen'le ilgili şiirsel deyişlerinden bazı ifadeler aşağıya
alınmıştır:
"Duydum ki Dev Vipunen, haftalık uykusuna yattı, yok
ortada kapanları, ağları, Dev görünmez oldu. Yer altında dinlenir.
Vipunen'in yanına vardı, (dedi ki): 'Sözü bol bunak dev'... Sıyırdı
kılıcını; demir, sağlam kargısıyla ejderhaya yüklendi dedi ki: 'Köle
oldun insanoğluna, son ver artık uykuna, çık haftalık uykundan,
toprakların altından.'... Zavallı adamı yuttu dev, dedi ki: 'Yüzlerce
insan yuttum, bin yiğiti yok ettim, böylesini görmedim.'"
Yunan
mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri olan "kikloplar"dan;
yani "devler"den bahsedilir. Onlar, insanlardan vecinlerden korkmayan,
zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır ve mağaralarda yaşarlar. Türk
mitolojisinde bunların karşılığı "Tepegöz"dür.
Dr. Ufuk Tavkul, "Kırım Dergisi"nde, Nart destanları ve "emegenler"(devler) konusunu şöyle açıklar:
"Kafkas
halklarının mitolojisi olarak da adlandırabileceğimiz Nart destanları,
Karaçay-Malkar folklorunun en önemli bölümlerinden birini
oluşturmaktadır. Kafkas mitolojisine göre bugünkü Kafkasya halklarının
ataları sayılan efsanevi bir halk olan Nartlar, destanlarda
anlatılanlara göre atı evcilleştirmişler, demiri bulmuşlardır. Nartlar,
mertliğin, cesaretin, iyiliğin ve Kafkas kültürünün sembolüdürler. Son
derece akıllı ve usta savaşçılar olan Nartlar, insanüstü varlıklar olan
düşmanlarınıkaba kuvvetle değil, ince zekâları ve kurnazlıkları ile
yenmektedirler. Dağıstan halkları 'Kafkas kültürü'nü meydana
getirenKafkas halklarıdırlar. Nartlar, 'dev yaratıklar' olan amansız
düşmanları 'emegenler' karşısında savaşta başarısızlığa uğradıklarında,
Nart yaşlıları, Demirci Debet'i bulup, ona 'emegenleri' yenebilecekleri
bir kılıç yaptırmaları için genç Nartlar'ıDebet'in yaşadığı Elbruz
dağına gönderirlerdi."
Kafkas efsanelerinde anlatılan çirkin,
insanüstü güce sahip devlere; emegen yahut imegen denir. Kafkas Nart
efsanelerinde "emegenler" çok çabuk çoğalırlar. Nart kahramanları,
sürekli "emegenler"le savaş halindedirler. Nartkahramanları, üstün
zekalarıyla emegenleri her zaman yenmeyi başarsalar da, emegenlerden çok
çekinmektedirler. Çünküemegenler, yakaladıkları zaman Nartları
yemektedirler.
Kafkasya, kafkas halkları ve Abhazlarla-devler
mücadelesi konularında; Ömer Büyüka'nın "Abhaz Mitolojisi Anaç
mı?"çalışması, kaynak bir çalışmadır ve bu dev efsanelerine yeterince
ışık tutmaktadır. "Ateşi çalan Promete" olayının da esasen bir Kafkas
efsanesi olduğunu; Tufan'dan sonra ateşsiz kalan "artık toplumlar"ın,
"devler"den ateşi çalarak; hem yaşamlarını kolaylaştırdıklarını, hem de
ateşle-demircilikle devlerden kendilerini daha iyi koruyabildiklerini bu
çalışmadan öğreniyoruz. Bu çalışmadan çok özet bir anlatım aşağıya
alınmıştır:
"Daw=Dağ adlı halkın anayurdu olan Kafkas=Kaf dağı ve arkası, Doğu efsanelerinde devlerin yurdu olarak gösterilir.
Nitekim
Nordik mitolojisinde insan öncesi yaratığı olarak inanılan Ymer'lere,
Dev ırkı diyorlar ve Ymer sözcüğü, Daw gibiKafkas sözcüğüdür. 'Dağ' ve
'büyük' anlamlarındaki adın böylece devlere de verilmesi, devlerin de
zamanla dağ gibi büyükolarak tasarlanması sonucunu vermiştir. Gerek
Abhazların ve gerek Eski Doğu medeniyetlerinin genelinde, bu devlerin
fizik yapısının ve fizik gücünün insanüstü büyük olduğu, ancak kafa
gücünün; yani aklının az olmasından, insan zekâsına çok kez yenildiği
görülür. Devler, fizikçe kendilerinden çok ufak ve güçsüz olduklarından
insanları horlayarak onlara 'Apsuwan Ççiye=miskin Abhaz' derlerken;
Abhazlar da devlere; 'Daw xıda=kafasız Daw(Dev)' derlermiş.
"Ateş
ise Kafkas'ın volkanik yüksek dağlarında barınan devlerin tekelindeydi.
Onlar Apsıwa Ççiye= Miskin Abhaz dedikleri halkı, zaman zaman basıp
öldürürler, hayvanlarını sürüp götürürlerdi ve öte-berilerini de
alırlardı. Miskin Abhazlar, kendilerinden fizik güççe hiçtirler, ancak
akıl ve zekaca üstün olduklarından, ateşi kapmaları halinde, kıllı
devlere yenilmeyeceklerdir. Bu nedenle devler, uyurken de, uyanıkken de
ateşlerinin etrafını kuşatarak onu korurlardı."
Turgut Gürsan'ın "Yeraltındaki Gizli Dünyalar" kitabında şu ifadeler yer alır:
"Peru'nun
efsanevi 'devler'i, ülkedeki megalitik yapıların ustalarıydı.
Tiahuanaco'nun esrarengiz insanlarının bu devler olduğu sanılmaktadır.
Eski Avrupa'nın da devleri vardı. Homer'in Lestrygonları devlerdi. Bu
devlerin eski Norveç'te yerleştikleri sanılmaktadır. Norveç'teki bazı
mağaralarda devasa boyutlarda kol ve bacak kemikleri bulunmuştur. Bazı
iddialara göre,Tufan'dan önce ve sonra ortaya çıkan bu devler,
Atlantis'teki aşağı bir kastın lideri idiler. Atlantis'teki egemen kasta
karşı isyan etmişlerdi."
Beowulf destanı bir Anglosakson
destanıdır. Ancak Anglosaksonlardan değil, İskandinavyalılardan
bahseder. İskandinavya, Anglosaksonların anayurdudur. Bu destan,
İngilizlerin en eski destanı olarak bilinir. Beowulf adındaki güçlü bir
İskandinav, gürültüye tahammül edemediğinden insanları öldüren Grendel
adında bir canavarı(devi) öldürür. Beowulf destanında, "Grendel devi"nin
annesinin Kabil soyundan geldiği anlatılır.
1930'lu yıllarda
İngiliz edebiyat tarihi Profesörü J.R.R. Tolkien, Beowulf'tan
esinlenerek "Hobbit"i yazar. Tolkien'in "Hobbit" romanında "orklar";
"daima aç" olarak resmedilir. "Orklar", atlar ve insanlar da dahil her
türlü eti yerler. "Orklar"ın kendi türlerini de yediklerine dair kesin
bir ifade geçmese de, orkların kendi türlerini de yiyebileceklerine dair
üstü kapalı ifadeler vardır. "Yüzüklerin Efendisi" filmi, gerçekleri
alt üst eden saptırmalarıyla İblis'in planına hizmet etse
de;orklar(devler) gerçeğini yansıtmıştır.
Cin-şeytanlar,
insanlardan kendilerini çoğaltmak isterken, nasıl Ye'cuc-Me'cuc
ürettikleri gerçeğini gizlemek isteseler de; medyumları aracılığıyla
zaman zaman gerçek kırıntılarını yumurtlayarak kendilerini ele
veriyorlar. İşte "Lemuryalı bir cin-şeytan taifesi"nin, dostlarına
açıktan fısıldadıkları gerçek kırıntılarından bir demet:
"Atlantislilerin,
Lemuryalılarla yakın ilişki kurmaları yarı Lemuryalı, yarı Atlantisli
bebeklerin doğumuyla sonuçlandı. İki toplumun birbirine karışması tüm
Lemurya titreşimini düşürdü ve bu durum daha sonra uygarlığımızın
çöküşüne katkıda bulundu.
"Ayrıca insanlarımız, birçoğu
Atlantislilerle ve kıtamıza gelen diğer ziyaretçilerle evleniyorlardı.
Bu evlilikler çoğaldıkça,Lemurya titreşimimiz daha da düştü. Ancak,
meydana gelen şiddetli Yerküre değişiklikleriyle birlikte, hiçbir
Lemuryalıdışarıdan biriyle evlendiği için yargılanmıyor, ya da
eleştirilmiyordu.
"MÖ 10.000 yıllarında Lemuryalılar ve
Atlantisliler birbirlerini ziyaret etmeye başlamışlardır. Görünen o ki
aralarında bulunan bazı temel sorunlara rağmen her iki ülkenin de
insanları birbirlerinden etkilenmişlerdir; hatta aralarında evlilikler
bile gerçekleşmiştir.
"Bu yaratıklar ilk başta üzerinizde insan
görünümündeymişler gibi bir izlenim uyandırabilirler ancak genelde
pençe, kuyruk, kanat veya ayak yerine toynak gibi hayvanlara has
uzuvlara sahiplerdi. Bazılarının kalın kürkleri vardı, bazıları
isecüceydi."
SONUÇLAR
Sonuç olarak bu kapsamlı
çalışmamızdan çıkaracağımız sonuçlar, elbette tartışılabilir sonuçlar
olacaktır. Ancak insanlık tarihi, Kabil soyu Mu-Atlantis, ortaya çıkan
Ye'cuc-Me'cuc ve Yaklaşansaat'le ilişkisi konularında ulaştığımız bu
"sonuçlaryahut tezler sistemi" tartışılır olsa da; bizim için gerçeğe en
yakın sonuçlardır. Ayrıca giderek artan bilimsel, arkeolojik
araştırmalar ve Yaklaşansaat'in alametlerinin bu çalışmamızı
doğrulayacağı kanaatini taşımaktayız. İşte vardığımız sonuçların bir
özeti:
1) İnsanlığın kökeni, yaşadığı ilk Dünya bahçesi; "Mekke
merkezli Aden-Yemen-Umman bölgesi"dir, yani "Güney Arabistan"dır.
İnsanlık buradan Dünya'ya yayılmıştır ve üç yayılma yönü vardır: Birinci
yön; Aden körfezinden Güneydoğu Afrika yönündedir. İkinci yön;
Arabistan'ın ortasından Mekke-Medine istikametindedir ve buradan da
Ortadoğu veMezopotamya'ya ya yayılmıştır. Üçüncü yön ki bu
araştırmamızın temel konusunu teşkil eder; Umman körfezinden
Doğu'ya;Kabil kapısından Asya yönünedir.
2) Kabil soyu, Asya'da
yoğunlaşarak "Mu toplumu"nu ve daha sonra da "Atlantis toplumu"nu
oluşturmuştur. Bu toplumlar, Adem- Nuh tufanı zaman aralığında yaşamış
"kadim toplumlar"dır. Bu toplumlara, ikisinin ortasında Pasifik'te
batmış olan "Lemurya kıtası"nda yaşayan "cin-şeytan toplumu" komşuluk ve
rehberlik etmiş ve "İblis merkezli Güneş(Ra) dini ve kültürü" egemen
olmuştur.
3) Bu kadim Mu-Atlantis toplumlarındaki tüm
gizemli-şeytani semboller, törenler, dini ritüeller ve çok tanrıcılık;
bu toplumlar, Tufan'la yok olmasına rağmen; Nuh tufanından sonraki
toplumları; özellikle Eski Mısır, Eski Yunan, Sümer-Babil, Moğol, Çin,
Hint, Japon toplumlarını da etkilemiştir. Bu etkilemenin iki yolu
vardır: Birincisi; Nuh tufanından kurtulan yüksekte yaşayan az sayıda
topluluklar, bu dini-kültürel aktarımı yapmışlardır. İkincisi; cinlerin,
hatta cin-şeytanların hepsi ve tabii ki İblis, tufanda helak
olmamışlardır ve bu "şeytani dini", Tufan sonrası Nuhoğullarına aktarma
görevini hakkıyla(!) yerine getirmişlerdir.
Lemurya şeytanlarının dostlarına yazdırdıkları "Lemurya Yolu" kitabında bu gerçeği bakın nasıl itiraf ediyorlar:
"Ama
bizim fikirlerimiz, yaşam tarzımız ve bilgimiz, Dünya'nın birçok
bölgesinde, özellikle yerli halkların kültürlerinde, bazılarımızın
yaklaşan felaketten kurtulmak için kaçtığımız topraklarda varlığını
sürdürürler. Biz Amerikan yerlilerinin, Aborjinlerin, Peru yerlilerinin,
Hawaililerin, Tahitililerin, Samoalıların, Tibetlilerin ve daha
birçoklarının bizim soyumuzdan geldiklerine inanıyoruz."
Aslında
burada, bu topluluklarla, özellikle yerlilerle bütünleştikleri, Nuh
sonrası Mısır gibi antik toplumları manipüle ettiklerini itiraf etmiş
oluyorlar.
Bugünkü masonluğun köklerini ve gizemli ritüellerinin
kaynağını Mu-Atlantis'te ve elbette Lusifer(İblis)'de aramak gerekir.
Bugün masonlar, bu bağlantıyı eserlerinde ilan etmekten şeref
duyuyorlar. Masonluğun kurucusu Lusifer'dir. Masonluk,Süleyman
Peygamberden ve müminlerden rövanş almak için organize edilmiş olsa da,
masonik tarikatın sembolleri-ritüelleri ve kutsalları, köklerini
Mısır'a, oradan da Mu ve Atlantis'e dayandırmaktadır. "Yüzüklerin
Efendisi" filmi, bu rövanşın en açık belgesidir. Sitemizde bu filmin
analizi yapılmıştır, dileyen bu analizi okuyabilir.
4) Kabil'den
itibaren cin-şeytanların etkisine giren bu Mu-Atlantis toplumlarının,
bugün İblis'in medyumları ve ışık işçileri(!) tarafından açık ve gizli
propagandası yapılmaktadır. Öyleki bu kadim toplumların, çok gelişmiş,
bu çağın da ilerisinde; Güneş enerjisiyle gemiler işleten, ses
enerjisini kullanan, DNA üzerinde çalışmalar yapan "altın çağ
toplumları" olduğu yalanı, maalesef birçok yazarların kitaplarında flaş
iddialardır. Bütün bunlar, aldatma aldanma sonucu ortaya çıkmış,
birtakım Mu-Atlantis araştırmacılarını da etkilemiş yaldızlı
palavralardır.
Mu-Atlantis toplumları, bu çağ teknolojisiyle
hiçbir ilgisi olmayan, ilkel sayılabilecek ve elbette kendi çağlarına
göre organize toplumlardır. Kaydettikleri en büyük gelişme; her türlü
sihir-büyü tabanlı karanlık işler, şeytanlarla dostluklar kurmak ve
onların manipülasyonunda; nesebi ve nesli bozarak Sonsuz Yüce Allah'ın
azabını davet etmektir.
Bugün Yaklaşansaat'te dünya insanlığını
tamamen ele geçirme peşinde koşan İblis, melek postuna bürünerek, önce
Atlantis edebiyatıyla Atlantis'i göklere çıkarıyor; sonra da: "Ey
insanlar sizler Atlantis çocuklarısınız, tekrar Dünya'da yeni Atlantis'i
kurmak istiyorsanız, kalbinizi ve beyninizi bize teslim edin." diye her
ay ışık işçilerine(!) mesajlar yayınlıyor.
5) Mitolojilerde
"devler" olarak geçen Ye'cuc-Me'cuc, insanlık tarihinin birinci
periyodunda; yani Adem-Nuh arasındaki dönemde; muhtemelen Enok(İdris)
Peygamberin babası Yeret zamanında ortaya çıkmıştır. Mu-Atlantis
toplumlarının kızlarıyla, Lemurya cin-şeytan toplumunun öncülerinin
birleşmesinden Ye'cuc-Me'cuc devleri ve cüceleri ortaya
çıkmıştır.Devler, oldukça boylu ve güçlü oldukları için insanlara büyük
zararlar vermiş; Dünya'da kaos oluşturmuşlar ve mitolojilere
geçmişlerdir.
"Texas'daki
Mt Blanco Fosil Müzesi"nde bir Dev iskeletinin uyluk kemiği uzunluğu
47inç(120 cm). 1950'nin sonlarında, Türkiye'nin güneydoğusunda Fırat
Nehri vadisinde yapılan çalışmalarda Devlere ait birçok mezar ve kemik
bulunmuştur. Bu Dev ayakta iken uzunluğu 14-16 feet (427 cm-488 cm) dir.
Devlerin soyları da zamanla insanlar gibi kısalmıştır. Bu kemik
muhtemelen Dev soyundan birisine ait olmalı.
Bu insan-cin
ilişkisinden ortaya çıkan insan benzeri yaratıkların, insanların ve
cinlerin üstün özelliklerini toplayan "üstün insan"
beklentisi,insanların da, cin-şeytanların da bir beklentisiydi. Böylece
İblis, bu ara üretimle, insanlığı tamamen kontrol altına almayı ve
kendisinin kölesi yapmayı planlamıştı. Ancak tüm planlar, "Allah'ın
Planı"nın içindedir, Allahneyi dilerse o gerçekleşir; Allah'a köle
olanlar kurtuluşa, İblis'e tabi olanlar ise yok oluşa sürüklenir.
Böylece şeytani beklentiler suya düşmüş; akli melekeleri zayıf, bedensel
yapıları anormal büyüklükte yahut küçüklükte; hem insanlara ve hem de
cinlere düşman lanetli yaratıklarortaya çıkmıştır. İşte "Ye'cuc-Me'cuc
milleti"nin aslı budur.
Bugün de "üstün insan" yaratma hevesinde
olan evrimci-bilimciler, nasıl bir ateşle oynadıklarının farkında
değillerdir. Şayet bu bilimciler; az bilgiyle, bazı deneysel
başarılarla, evrimin kerametine(!) inanarak bu yolda hırsla ve hevesle
çabalarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa aynı akıbete
uğrayacaklardır, bundan şüpheniz olmasın!
6) O halde
Ye'cuc-Me'cuc'un iki ana üretim merkezi vardır. Birincisi;Asya'da Mu
toplumu, ikincisi; Atlas okyanusunda batmış bulunan Atlantis toplumu.
Üçüncü bir merkez gibi gözüken Kafkasya'nın durumu bizce tartışmalıdır.
Kafkasya'da cin-şeytanlarla böyle bir ilişkiye giren bir toplumun
varlığı konusunda hiçbir kayıt, delil yahut işaret yoktur. Üstelikte
burada ortaya çıkan ve Kafkasya'da yaşayan topluluklara zarar
verendevler; Ye'cuc-Me'cuc, Nuh tufanından daha sonra ortaya çıkmıştır
ve çıkış kapıları da Zu'l-Karneyn tarafından kapatılmıştır. Biz bu
devlerin, Tufan'dan kaçıp Kafkas dağlarında saklanan "artık devler"
olduğu kanaatindeyiz.
7) Nuh Tufanı, sadece Dünya'nın sular
altında kalması değildir. Bu bir sonuçtur ve bu sonuç, Nuh öncesi
uygarlıkların silinmesi ve örtülmesini sağlamıştır. Böyle evrensel bir
Tufan'ın olması için; "çok sayıda kuyruklu yıldızın, Dünya'ya çarpması,
atmosferde sürekli su buharı bırakması, magmanın hararetinin ve
basıncının artması sonucu şiddetli depremler ve volkanik patlamaların
oluşması; bazı karaların batması ve bazı karaların yahut dağların ortaya
çıkması" gerekir. İşte Dünya sular altında kalmadan önce bu müthiş
doğal felaketler gerçekleşmiştir. BugünKaradeniz gibi bazı iç denizlerin
de Nuh tufanı sürecinde oluştuğu, konunun uzmanlarınca ifade
edilmektedir.
Evet, Dünya, küresel çapta sular altında kalmadan
önce Lemurya kıtasıbattı, Mu toplumu ve karasının bir kısmı helak oldu,
arkasından daAtlantis kıtası battı. Kuyruklu yıldız darbeleriyle, hem
Lemurya-Mu-Atlantis toplumları ve hem de yeryüzündeki "devler"in bir
kısmı helak oldu. Diğer bir kısmı da yaşadıkları yer altı mağaralarıyla
birlikte battı yahut da dağlara hapsedildi.
Allah'ın vaad ettiği
gün gelinceye kadar çoğalacaklar ve Yaklaşansaat'in sonuna doğru, Nuh
tufanı öncesine benzer şekilde; "şiddetli depremler-volkanik patlamalar,
yarılan dağlar, yere batan yahut denizden yükselen karalar" süreciyle
tekrar ortaya çıkacaklar ve her bir tepeden saldıracaklardır.
8)
Devlerin ortaya çıktığı iki ana toplum merkezi yahut bölgeden birisi
yukarıda belirttiğimiz gibi Asya, diğeri de Atlas okyanusuydu. O halde
devlerden bir kısmı helak olurken, bir kısmının bu iki bölgede
saklandığını düşündürecek işaretlermevcuttur. Böylece Ye'cuc-Me'cuc'un
saklandığı üç muhtemel yerden söz edebiliriz: Birincisi; Dünya'nın
çatısı olarak bilinen ve yüksek dağlardan oluşan Tibet platosu;
özellikle Tibet'in güneyindeki Himalayalar serisi, yahut da Asya'nın
doğusundaPasifik denizidir. İkincisi; Atlas okyanusunun kuzeyi;
İzlanda-İskandinav-İngiltere üçgeni. Üçüncüsü ise; Derbent'e yakın
Dağıstan-Azerbaycan sınırında; Şah-Tufan-Kızılkaya Kafkas dağları
bölgesidir.
Ye'cuc-Me'cuc'un, "yeraltı"nda saklı olduğu Kur'an
ifadelerinden anlaşılsa da; yerlerini tam olarak tahmin etmek oldukça
zordur. Bu konuda bizim yaptığımız da, bazı işaretlere dayanarak kabaca
tahminde bulunmaktır. Bu üçüncü merkez Kafkasyayahut "Kaf dağı"
konusunda yazacağımız çok şey var, ancak bu konu, başka bir çalışmanın
konusu olabilecek kapsamdadır. Biz burada kısaca bazı işaretlere dikkat
çekeceğiz.
Nitekim KAF suresindeki 36. ayet oldukça anlamlıdır.
Hem surenin ismi KAF'tır, hem de 36. ayette Ye'cuc-Me'cuc'un yer altı
sığınaklarına bir işaret vardır. İşte ayetin ifadesi:
Biz,
onlardan önce yakalayış bakımından daha şiddetli nice nesilleri helak
ettik. (Onlar), kurtuluş-kaçış var mı diye sığınaklı beldeler oydular.
[KAF(50)/36]
Burada
"Kaf" harfini-kelimesini incelediğimizde; "devler" kavramıyla
bağlantılı ilginç bir durum karşımıza çıkmaktadır."Kaf/Kof/Kuf" harfi;
Arapça, Aramice, Suryanice ve İbranice de benzerlik arzetmektedir.
Özellikle Arapça ve İbranice'de kök anlamı ortak olup; şu kök anlamlara
haizdir: "İğne deliği", "delik", "boş", "baş-ense", "kof" gibi. Ayrıca
"Kaf"tan,Arapça'da "peşine düşmek", "izlemek" anlamına gelen kelimeler
türetilirken; İbranice "maymun" anlamına da geldiği ifade edilir.
Özetle,
"kof-kafasız-boş", "maymun" ve "delik" anlamları; "devler"e, onların
açtıkları "yeraltı tunelleri"ne ve "mağaralar"ına doğrudan bir
işarettir. Ayrıca, özellikle Kafkasya'ya devler, muhtemelen "yeraltı
boşluklarını-tünelleriizleyerek-açarak" gelmişlerdir. Kafkas dağları;
yani "Kaf" dağı bu bakımdan anlamlı bir isimdir ve "devler"in
özellikleriyle ilgili mesajları kapsamında barındırmaktadır.
Kafkasya'da, Rus bilim adamlarınca, yakın zamanda böyle "yeraltı
tunelleri şebekesi" nin keşfedilmesi de bizce oldukça manidardır.
9)
Nitekim Zu'l-Karneyn'in Batı'dan, Doğu'ya ve sonra da tekrar Batı'ya;
muhtemelen Kafkasya'ya yolculuğunda bazı ima ve işaretler mevcuttur. Bu
yolculukla ilgili ayetlerin bize verdiği haberlerin zamanı, amacı ve
işaretleri nedir? İşte yorumumuz:
Bu yolculuk, Nuh tufanından
sonra Dünya'dan sular çekilip, yaşam normalleştiği bir sırada,
Ye'cuc-Me'cuc artıklarından az bir kısmının muhtemelen Kafkasya'da
ortaya çıktığı bir zamanda yapılmıştır. Bu yolculuğu anlatan ayetlerin
bize verdiği mesaj; Nuh tufanından arta kalan kavimleri, yurtlarını,
durumlarını ve de Ye'cuc-Me'cuc'un saklı olduğu coğrafi bölgeleri ifşa
etmektir. Nitekim biz 8. maddede; "Asya yahut Doğusu Pasifik ve Atlas
okyanusunun kuzeyi"ndeki iki bölgeden söz ederken delillerimizin en
önemlilerinden birisi, aşağıdaki ayetlerin verdiği mesajlar olmuştur.
İşte Zu'l-Karneyn'in Kur'an'daki anlamlı yolculuğu:
(Ey Muhammed), sana Zu'l-Karneyn'den sorarlar. De ki: "Size, ondan bir hatırlatma ve açıklama yapacağım."
Gerçekten, Biz ona yeryüzünde imkan- güç ve her şeyden bir sebep verdik.
Ve arkasından o bir sebebe(yola) tabi oldu.
Güneş'in
battığı yere ulaşıncaya kadar. Onu(Güneş'i) sıcak bir balçıkta batıyor
buldu ve onun yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn,
istersen onlara azap et; istersen onlara güzel davran."
(Zu'l-Karneyn)
dedi ki: "Kim zulmederse onu biz ileride azaplandıracağız; sonra
Rabb'ine döndürülür; O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır."
"Kim
iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık
vardır. Ona yakında emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz."
Sonra o (yine) bir yol tuttu.
Sonunda
Güneş'in doğduğu yere kadar ulaştı; onu (Güneş'i), o kavmin üzerine
doğarken buldu. Öyleki kendilerini Güneş'ten koruyan bir örtü(perde)
kılmadığımız bir kavim.
[KEHF(18)/83-90]
Sonra bir yol (daha) tuttu.
Ne zaman ki iki seddin arasına ulaştı, onun(iki seddin) dışında bir kavim buldu. Öyleki neredeyse bir sözü anlayamıyorlardı.
[KEHF(18)/92-93]
Yukarıdaki
[KEHF(18)/83-90, 92-93] ayetlerinin verdiği mesajlar ve surenin ismi
olan "Kehf" kelimesinin "mağara" anlamına gelmesi oldukça manidardır.
İşte bu ayetlerin tefsiri ve bize verdiği mesajlar:
a)
Zu'l-Karneyn, önce Batı'ya gidiyor, gittiği yer Atlas okyanusudur. Nuh
tufanından önce kuyruklu yıldız vurması vevolkanik patlamalarla buradaki
Atlantis kıtası batmıştır. Özellikle Atlas okyanusunun kuzeyi adeta
çamurdan sıcak bir balçıktır. Platon'un ifade ettiği gibi "sığ
bataklıklar" söz konusudur. Okyanusun yanında bulduğu kavim, Tufan'dan
kurtulmuş ademoğlu "artık bir kavim"dir. Allah, Enok'a(İdris-Hızır)
verdiği gibi Zu'l-Karneyn'e yetki veriyor; "ister azab et, ister güzel
davran." Ancak Zu'l-Karneyn, azab etmiyor ve uzun bir gelecekte azaba
uğrayacaklarını söylüyor, adeta bu azabıYaklaşansaat'e havale ediyor.
Elbette Yaklaşansaat'e ulaşacak olan bu gibi artık zalim kavimlerin
nesilleridir, kendileri değil. Bu yolculuğun Batı'ya; Atlas okyanusuna
yapılmasında önemli bir işarette; Atlantis çocukları olan
Ye'cuc-Me'cuc'un "yeraltı merkezi"ne yapılmıştır.
b) Sonra
Batı'dan Doğu'ya gidiyor, Güneş'in doğduğu yere; yani Asya'nın doğusuna;
Pasifik denizine. Öyleki orada da Güneş'in üzerine doğduğu bir kavim
buluyor. Bu kavim de, Nuhoğlu değil Ademoğlu, Tufan artığı bir kavimdir.
Bu kavmi de, Batı'daki kavim gibi ne uyarıyor, ne azab ediyor ve ne de
salih bir kavim olarak nitelendiriyor. Ancak burada verilen mesaj, bu
kavmi Güneş'ten koruyacak bir sütre; tepe ve dağın olmayışıdır. Burası
Gobi çölünün doğu sınırıdır. Gobi çölü ile Pasifik okyanusu arasında;
Gobi çölünden Pasifik'e doğru gidildikçe alçalır, denize ulaşır; bu
arada Güneş'i engelleyecek hiçbir dağ-tepe yoktur. Bu yolculukta da
ikinci bir işaret ise yine bu bölgede saklı Ye'cuc-Me'cuc'e bir
göndermedir. Böylece biri Batı'da, biri Doğu'da olmak üzere; "yer
altında iki Ye'cuc-Me'cuc saklanma merkezi"nden söz edebiliriz.
c)
Neden "Güneş'in battığı", "Güneş'in doğduğu" diye sürekli Güneş'e vurgu
yapılmıştır acaba? Elbette burada bir yön bildirimi olmakla beraber
başka bir mesaj da vardır bizce. O da, bu iki "artık kavm"in ataları
Atlantis-Mu ve dinleri de "Güneş(Ra) dini"dir. Güneş'in sürekli
vurgulanması bizde Mu-Atlantis ve "Güneş dini" çağrışımı yapmakta ve
adeta Ye'cuc-Me'cuc'un kordinatlarını vermektedir.
d) Doğu'dan
sonra Zu'l-Karneyn, tekrar bir yol tutup, Kafkasya'ya gelmiştir. İki dağ
arasına; yani iki sedde ulaşmış, bu seddin dışında bir kavimle
karşılaşmıştır ki; neredeyse bu kavim, derdini anlatacak ve sözü
anlayacak bir dilden mahrumdur.Yani dili gelişmemiş Tufan artığı bir
kavim. Ancak bu kavim, diğer Batı'daki ve Doğu'daki kavimlere göre
muhtemelen daha iyi ve yardımı hak ediyorlar. Zu'l-Karneyn'den,
kendilerine zarar veren Ye'cuc-Me'cuc şerrinden koruyacak bir set
yapmasını taleb ediyorlar, Zu'l-Karneyn de bu seddi yapıyor.
Evet,
söz konusu olan bu bölge neresidir? "Büyük Hadis Külliyatı"nda yer alan
bir hadiste anlatılan; demir ve demirciliğin eski zamanlardan beri
yaygın olduğu yer, bizce Kafkasya; Kafdağı'dır. İşte bir sahabenin
anlatımı:
"O, Ebu Bekre'ye, ahalisi sadece demir ile uğraşan bir
ülkeye gittiğinden söz etti. Bir eve girmiş. Güneş batarken o güne kadar
duymadığı bir ses duymuş. Adam korktum derken, ev sahibi korkma! Bu
sana zarar vermez. Çünkü bu, şu anki Seddin yanından ayrılan
Kavm'in(Ye'cuc-Me'cuc'un) sesidir. Onu görmekten hoşlanır mısın,
deyince; 'evet' dedim. Hemen ona gidip baktım ki; yapısındaki demir
kerpici kocaman bir kaya gibi duruyor. Sanki mürekkep renginde bir buz
gibiydi. Çivileri ise büyük kalasları andırıyordu. Peygamberi (s.a.v.)
gördüm ve bunu ona bildirdim. Bana: 'Onu anlat' buyurdu: O'na dedim
ki: 'Sanki o mürekkep renginde bir buz gibiydi.' Şöyle buyurdu: 'Seddi
gören birini kim görmek isterse bu adama baksın.'" (Rudani, C.5, Hno:
9191)
10) Zu'l-Karneyn'in Doğu'dan dönüp geldiği yer
Kafkasya'dır. Ye'cuc-Me'cuc'un, bir setle, muhtemelen Kafdağı'nda bir
setle kapatılması, dağlarda-mağaralarda saklı olduklarının başka bir
kanıtıdır. "Kafkas", esasında "Kaf-kas" gibi iki heceden oluşmaktadır.
Birincisi yani "Kaf", dağların adıdır ki mitolojilerde "Kafdağı", "Kaf
dağının arkası" olarak geçer. "Kas" ise orada yaşayan halklardır.
Etimolojik olarak da "ketş, ketiş, kedş, kedoş" kelimeleriyle bağlantılı
olduğu ileri sürülmüştür. "Kedoş" ise İbranice kutsal anlamına
gelmektedir. Ayrıca "kas" kelimesi; İbranice'de "taht, saltanat, şah"
anlamına gelir ki,Kafkas dağlarının en meşhurlarından biri olan Şah
dağıyla bağlantılıdır. Hatta bugün Azerbaycan'da; Şah dağının yakınında
"7 köy" vardır ki; her birinin dili-geleneği kendine hastır, benzeri
yoktur ve tarihsel köklerine de ulaşmak mümkün değildir. Bu oldukça
kadim olan köylere Şahdağı halkları denmektedir. Bu "7 köy"den özellikle
Şah-Tufan-Kızılkaya dağları üçlüsünün yakınında bulunan "Kınalık" köyü
incelendiğinde, tarihlerinin Nuh tufanından önceye gittiği izlenimi
doğar. Azeri kaynaklarının tamamında, Şah halkından olan "Kınalık köyü"
şöyle anlatılır:
"Nuh tufanının devrinde Ketş halkı, Ketş
dağlarında yaşardı. Allah tarafından başveren zelzele zamanı orada
hiçbir ev salamat kalmamıştır, bütün evler yıkılmıştır. Sağ kalanlar ise
çayı geçerek küçük bir tepeye sığınmışlardır, böylece Kınalık ortaya
çıkmıştır."
İşte Zu'l-Karneyn'nin, geldiği bu "iki sed"din
yakınında "bulduğu kavm"in isteğini yerine getirirken Kur'an diliyle
verdiği mesajlar:
Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, şüphesiz Ye'cuc
ve Me'cuc, Arz'da(Yer'de) fesat çıkarıyor. Bizimle, onlar arasında bir
set yapman için, sana bir haraç verelim mi?"
(Zu'l-Karneyn) dedi
ki: "Rabb'imin bana verdiği imkan-güç daha hayırlıdır. Siz bana
kuvvetinizle yardım edin, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel
yapayım."
"Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki
yamacı arasını, bir seviyeye kadar (demirle) doldurunca. "Bu (kütleler)
kor haline gelinceye kadar üfleyin(körükleyin)! Bana getirin, üzerine
erimiş bakır dökeyim" dedi.
(Artık bundan sonra Ye'cuc-Me'cuc) onun üzerinden aşmaya ve onu delmeye güç yetiremezler.
(Zu'l-Karneyn)
dedi ki: "Bu Rabb'imden bir rahmettir. Ne zaman ki; Rabb'imin vaadi
gelir, o engeli yerle bir eder. Rabb'imin (Ye'cuc-Me'cuc) vaadi
gerçekleşir."
O gün, bazısını(Ye'cuc-Me'cuc'u), bazısının(o
Hakk'ı örtenlerin) üzerine dalga dalga bırakırız. Arkasından Sur'a
üfürülür ve onları, bir toplayışla toplarız.
[KEHF(18)/94-99]
Kaf
dağında ortaya çıkan ve Zu'l-Karneyn tarafından çıkış yerleri yahut
mağaraları kapatılan Ye'cuc-Me'cuc olayı, doğru sonuçlara ulaşmamız için
bize ışık tutmaktadır. Özetle insanlıktan kaçıp kuzeye dağlara;
dağlardaki dev mağaralara sığınanYe'cuc-Me'cuc'un(devlerin) bir kısmı,
Tufan öncesi felaketlerle ve Tufan'la helak olurken; diğer bir kısmının,
saklandıkları "yeraltı mağara şehirleri"yle birlikte battıklarını
söyleyebiliriz.
Kaf dağındaki "devler"in ise buraya Tufan'dan
kaçarak sığındıklarını ve Tufan'dan kurtulduklarını düşünebiliriz.
İkinci bir durum ise 8. maddede açıkladığımız "Kaf/Kof/Kuf" kök
harfinden; "izlemek", "ardına düşmek" anlamına gelen türemiş kelimeler;
bize "devler"in, Kuzey Doğu'dan veya Kuzey Batı'dan; ancak "yeraltından
boşlukları-tünelleri izleyerek-açarak"Kaf dağındaki çıkış mağaralarına
gelmiş olmalarıdır. Sonuç olarak Kaf dağında Tufan'dan sonra ortaya
çıkan "devler"in, bu bölgede üremediklerini ve burada "saklanan artık
devler" olduğuna inanmaktayız.
11) "Zu'l-Karneyn" kimdir?
Zu'l-Karneyn iki çağın adamıdır. Nuh öncesi Nuh sonrası çağın birleştiği
yerde bulunuyor. Zu'l-Karneyn, Arapça bir kelimedir ve "Zu" ve
"Karneyn" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş bir sıfattır.
"Zu", bir şeyin sahibi demektir. "Karneyn" ise tekil olan "Karn"
kelimesinin tesniye(ikili)sidir. "Karn"; "boynuz, nesil, asır, çağ,
zaman" anlamlarına gelir. Dolayısıyla "Karneyn"; iki boynuzlu, iki
nesilli, iki zamanlı demektir. Biz bu karşılıklardan "iki
zamanlı"anlamını tercih ediyoruz ve "Zu'l-Karneyn"e, Sonsuz Yüce'nin
ilim verdiği "iki zamanlı bir nebi" diyoruz.
Batı'ya ve Doğu'ya
gidiyor; adeta zamanda ileri ve geri gidiyor. Ancak esas anlamı, iki
zamanı yaşamış, iki zamanlı birisi ki; bize göre Enok'tur(İdris).
Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi Kur'an, insanlık tarihini
ikiye ayırıyor. Birinci zaman Adem'den-Nuh'a; ikincisi
Nuh'tan-Yaklaşansaat'edir. İdris, bu iki zaman periyodunda bulunan ve
"melek boyutuna yükseltilmiş bir nebi"dir. Yukarıda 10. maddede de
zikrettiğimiz [KEHF(18)/83-90] ayetleri dikkatle okunacak olursa;
Zu'l-Karneyn'in konuşma tarzı ve kendisine verilen yetkiler,
Enok'la(İdris) tamamen örtüşmektedir. Kendisine Allah katından birilim,
imkan-güç verilen ve her bir sebebi işletebilen Enok'tur(İdris-Hızır).
İdris(Hızır)-Musa kıssası incelenecek olursa; yetkinlik ve konuşma
tarzı; "biz şöyle yaptık" gibi ifadeler, bizi İdris'e götürmektedir.
Ayrıca, Zu'l-Karneyn bir isim değil sıfattır ve bu sıfat, en güzel
şekilde İdris'i tarif etmektedir.
Zu'l-Karneyn'in, İskender
olduğunu söyleyen müfessirler, külliyen hata etmişlerdir. Hem de
yaptıkları azim bir hatadır.İskender ile Zu'l-Karneyn, Doğu ve Batı
kadar birbirine uzaktır. İskender'in, bırakın peygamberliğini, "İslam
Milleti"yle uzak-yakın bir ilgisi yoktur. Bu yaygın aldanış, Eski
Yunan'ın ve şeytani felsefesinin, İslam bilginlerini nasıl etkilediğinin
bir kanıtıdır. Yine Moğollar, Çinliler, Türklerin; yani Nuh oğlu
Yafesoğullarının Ye'cuc-Me'cuc sanılması da büyük bir yanılgıdır ve
tarihsel bir hatadır.
Aynı şekilde diğer din mensupları;
özellikle Yahudiler-Hıristiyanlar, kendilerini Yaklaşanssaat'te
kurtarılmışlar olarak gördükleri gibi; kalplerindeki kinle orantılı
olarak da düşmanlarını Ye'gog-Me'gog ilan etmekten geri durmuyorlar.
Bunların hepsi bir aldanma ve aldatmadır ve gerçekte "O Gün"ün bir adı
da unutmayalım ki "Aldanma Günü"dür.
12) Son olarak deriz ki,
Yaklaşansat'te Sonsuz Yüce Allah'ın takdir ettiği vakit-aşama
geldiğinde; kuyruklu yıldız darbeleriyle arz yarılır, dağlar batar,
dağlar yükselir ve Ye'cu-Mecuc ortaya çıkar. Adeta geometrik olarak
çoğalan, "O Gün" için hırsla bilenen bu insanlık düşmanı yaratıklar
ortaya çıkacaklar ve herbir tepeden saldıracaklardır. İşte "O Gün"
gelmeden bizi şiddetle uyaran konuyla ilgili Kur'an ayetlerinin az bir
kısmı:
(Zu'l-Karneyn) dedi ki: "Bu Rabb'imden bir rahmettir. Ne
zaman ki; Rabb'imin vaadi gelir, o engeli(seti) yerle bir eder.
Rabb'imin (Ye'cuc-Me'cuc) vaadi gerçekleşir."
O gün,
bazısını(Ye'cuc-Me'cuc'u), bazısının(o Hakk'ı örtenlerin) üzerine dalga
dalga bırakırız. Arkasından Sur'a üfürülür ve onları, bir toplayışla
toplarız.
[KEHF(18)/98-99]
Bir 'Karyete'(İsrailoğulları) ki, onları helak etmeyi haram (kıldık). Şüphesiz onlar, (Hakk'a) dönmezler.
Ta ki Ye'cuc, Me'cuc çıkıncaya ve her bir tepeden akın edinceye kadar!
Hak
'vaad'(helak) yaklaşmıştır. O zaman, Hakk'ı örtenlerin gözleri, bir
noktaya dikilecek ve: "Vay başımıza, biz bu şeyden(Ye'cuc-Me'cuc'dan),
gaflet içindeydik. Bilakis bizler, zalimleriz" (diyeceklerdir).
[ENBİYA(21)/95-97]
Zülkarneyn hakkında, kim olduğunu net bir şekilde bilemesekte Enok ihtimali yüksek gibi gözüküyor.
Yazımız burada bitti ALLAHa emanet olun..
Bana Destek olmak İçin Lütfen Youtube Kanalıma Abone Olmayı Unutmayın..
Youtube Kanalım >>> Eyüp Ertaş